DİYARBAKIRLIOĞLUNDAN ESKİ MESLEKLER RESİMLERİ
DAHA FAZLASI İÇİN : www.diyarbakirlioglu.com/meslekler.asp SİTESİNE BAKINIZ


Gergefte Antep işi
28*38 cm.
1996
Tuval üzerine yağlı boya
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi koleksiyonu

ANTEP İŞİ
Beyaz kumaş üzerine çeşitli ipliklerle, sırma ve ajurlarla (delikli örgü) şslenerek yapılan; Antep ve çevresine özgü nakış tekniğine "Antep işi" denir. İki temel ilkesi vardır: Susma, kumaş ipliğinin sayılarak kumaşa işlenmesi, ajur ise kumaşta başlıklar yaratılması için ipliklerinin kesilerek çekilip delikler açılmasıdır. İplik sayılarına ve yapılışlarına göre 6 grupta toplanır.
"Antep işi" gergef veya kasnakta işlenir. Gergef işlenecek kumaşı gergin tutmaya yarayan dikdörtgen biçiminde çerçevedir. İki parçadan oluşur. Ayakları olan bu iki parçayı yanlardan geçirilen ve delikleri bulunan işlenecek kumaşın da gergin durmasını sağlayan yassı tahtalar birleştirir. Gergef büyük parçaların tek veya iki kişi tarafından işlenmesine olanak sağlar. Kasnak içice geçen iki daire ağaçtan ibarettir. Taşınması kolay olduğundan gidilen her yerde çalışma imkanı verir.


Çerçi
26*32 cm.
1994
Tuval üzerine yağlı boya
Vakkas S. SEYYAR koleksiyonu

ÇERÇİ
İğneden ipliğe, astardan kumaşa her türlü mutfak ve giyim araç ve gereçlerini bir eşek ya da at sırtına yükleyip köy köy, mahalle mahalle dolaşan seyyar satıcılara "çerçi" denirdi. Günümüzde bu meslek motorlu araçlar yardımıyla icra edil


Çıkrık
24*30 cm.
1996
Tuval üzerine yağlı boya
Zehra GÜRDALLAR koleksiyonu

ÇIKRIK
Çıkrık, elle çalışan ilkel bir iplik eğirme ve sarma aracıdır. Ağaç tornalarında özel olarak yapılan ya da kendir sapından kesilip üzerine iplik sarılan, içi delik ahşap ya da kendir sapına da "terdek" denir. Terdeğin, üzerine ip sarılmış, mekikte kullanılabilir haline de "masura" denir.
Çıkrık, iki ayak arasında dönen bir büyük kasnak ve bu kasnağın döndürdüğü iğden meydana gelir. İğ, bakanak adı verilen (hayvanların ayak bileğinden çıkarılan körelmiş tırnak), rulman görevini üstlenmiş organik parçalar arasında döner. Büyük kasnak bir kol yardımıyla döndüğünde iğe takılı olan terdek de dönmeye başlar. Üzerine nezikteki kelepten gelen ip sarılır ve masura meydana gelir. Nezik iki kısımdan oluşur: nezik taşı ve nezik kafesi. Nezik taşı, ortasında bir sopa çakılı olan bölümdür. Kafes ise ya kamıştan ya da ince ahşap çubukların birbirine bağlanmasından meydana gelir. Kafes, nezik sopasının üzerine geçer ve kelepten çekilen ipin kuvvetiyle döner.
Çıkrıkta masura sarmak günümüzde çok azalmıştır.


ÇEKİÇÇİ USTASI


Harat
25*31 cm.
1995
Tuval üzerine yağlı boya
İsmet TEKİNALP kolleksiyonu

HARAT
Tamamen kol, ayak ve bilek gücüyle ahşaptan alet ve araç yapan tornacıya "harat" denir. Haratlar "kemane" adı verilen ok yayı biçimindeki aletten delgi veya küçük torna çevirmek için faydalanırlar. Kemanenin iki ucu arasında ince meşin vardır. Bu meşin kısım çevireceği ahşaba bir sıra sarılır ve ahşabın dönmesi kemanenin kol gücüyle ileri geri hareket ettirilmesiyle gerçekleşir. Kemane üdürgü de aynı sistemle delik deler. Yerde kurulan tezgah, yanlardan iki parça tahta ve bunların üzerine konulan kesiti kare şeklinde, oldukça ağır uzun bir demirden oluşur. Bir de tornaya bağlanacak tahtayı iki tarafından tutan, uçları sivri ve yanlara tutturulmuş demirler vardır. Kemaneyle tahta döndürülür. Ağzı çok keskin, saplı torna bıçakları kullanılarak tahtaya istenen şekil verilir. Haratlar kemanenin yanında testere, keser, matkap(üdürgü), törpü ve çekiç gibi aletler de kullanırlar. Günümüzde bu meslek motorlu aletlerin yardımıyla yapılmaktadır ve haratların sayıları bir hayli azalmıştır

Kalaycı ve çırağı
29*36 cm.
1996
Tuval üzerine yağlı boya

KALAYCILIK
Kalayın bulunması bakırın mutfaklarda geniş ölçüde kullanılmasına olanak sağlamıştır. Bakır kaplar tek başına kullanıldığında çabuk oksitleniyor ve zehirlenmelerden dolayı ölümlere sebep olabiliyordu. Kalayın bakırla birlikteliği günümüze kadar şren bu işbirliği teknolojik gelişmelerle yok olmaya yüz tuttu. Bazı meslekler gibi, kalayclık da artık tükenme noktasındadır. Parlak zamanlarını bakırın mutfak eşyası olarak kullanılmasına borçlu olan kalaycılık yine bakırın mutfaklardan çekilmesiyle de sona yaklaşmıştır. Kalaylanacak olan kap kaçak önce örs ve çekiç yardımıyla düzeltilir. Ezik ve kırık yerler çekiçlenir, kaynak yapılır. Sonra kum ve kömür parçaları ile temizlenir. Oksitlenen ve kararan yerler parlatılır,yıkanır ve kurutulur. Bu işler sırasında çıraklar genellikle ayaklarını kullanarak ustalarına yardım ederler. Elleriyle duvardaki tutamaklara yapışır ve kalçasını sağa sola çevirerek ayaklarının altındaki kapların temizliğini kum ve kömür tanecikleri yardımıyla yapar. " Kalaycı çırağı gibi ne kıvırıyorsun?" sözü de buradan kalmadır. Temizlenen kap ocakta ısıtılır. Kalayın kaba yapışması için içine toz nişadır atılır. Sonra kalay ısınan kaba biraz şrülerek kabın üzerinde erimesi sağlanır. Büyük bir parça pamuk yardımıyla, eriyen kalayın kabın yüzeyine yayılması sağlanır. Kalaylama işlemi tamamlanıncaya kadar aynı işleme devam edilir. Günümüzde çelik tencereler, teflon ve melamin kaplar bu mesleğe olan ihtiyacı en aza indirmiştir. Ancak turistik amaca yönelik bakır eşya imal edilmesi kalaycılığın biraz da olsa yaşamını şrdürmesine olanak sağlıyor.


Kedeneci Necip Usta
13*18 cm.
1991
Tuval üzerine yağlı boya
Prof. Dr. Atilla MÜFTÜOGùLU koleksiyonu

KEDENECİ
Kedeneyi, büyük dil bilimci Ömer Asım Aksoy "Çift şren beygirlerin boynuna takılan halka" olarak tanımlıyor.. Bununla birlikte kedeneyi boyunduruktan (hamut) ayıran en önemli fark ise kedenede boyunduruğun aksine ahşap kullanılmamasıdır. Çapı 10-15 cm. olacak şekilde demet haline getirilmiş olan berdilerin üzeri telisle kaplanır. Yuvarlak, uzun, içi dolu bir boruya benzeyen bu şeklin iki ucu, ortasından kaplanarak birleştirilir. Baklava dilimine benzeyen bu şeklin uçları yuvarlak ve bağımsızdır. Kedenenin üstü sahtiyan(teke derisi), içi ise keçe ile kaplanr. Hayvanın çekeceği aletin bağlanacağı yerler kedenenin her iki tarafında bırakılmıştır. Kedene çift şre hayvanların boyunlarına takılır. Berdi: Bataklıklarda yetişen bir bitki olup içi şngerimsi bir yapıdadır. Hasır, kürş, semer vb. yapımında kullanılır.
Sahtiyan: Teke derisi.
Hamut:



Kilimci
36*42 cm.
1996
Tuval üzerine yağlı boya
Vakkas S. SEYYAR koleksiyonu

KİLİMCİLİK
Kilim, havsız1, atkı yüzlü ve çeşitli motiflerle dokunan bir tür döşeme yaygısıdır. Cicim, sumak ve zili kilimle genellikle karıştırılan diğer yaygı türleridir. Bu saydıklarımızın dokuma teknikleri kilimin dokuma tekniğinden farklıdır. Kilim ile aralarındaki en büyük fark ise cicim, sumak ve zilinin her iki yüzünün aynı olmamasıdır. Halı, cicim, zili, sumak türü dokumalar kirkitli2 dokumalardır. Bununla birlikte bazı yörelerimizdeki kilim dokumalarında da kirkit kullanıldığı görülmektedir.

Kilim göçebe kavimlerin kullandığı dokumaların başlıcasıdır. Kilimin halıdan ayrılan özelliği, deseninin ve yüzeyinin halıdaki gibi çözgülerin üstüne tek tek atılan ilmiklerden ibaret olmayışıdır. Kilim, çözgü aralarında sürekli gidip gelen renkli atkı yumaklarıyla ya da mekiklerle dokunur. 3 Kilimin yüzeyi bu sayede ince ve düz görünümünü kazanır; arka ve ön yüzü arasında fark olmaz. Dokuma tekniğinden dolayı kilim desenleri geometriktir. Bu desenler doğadan var olan şekillerin dokumacı tarafından yorumlanarak kilime uyarlanması ile meydana gelirler. Bu yorumlama ve kişiselleştirme sürecine “stilize etmek” de denir. Dokumacı açısından bir tür “kendini ifade etme aracı” olarak ele alabileceğimiz bu motifler zaman içinde anlatımcı niteliklerinden uzaklaşarak belli yörelerle özdeşleşmişlerdir.



Körük ustası
27*35 cm.
1997
Tuval üzerine yağlı boya

KÖRÜKÇÜLÜK
Körük, ateşi canlandırmak için kullanılan açılıp kapandıkça içindeki havayı üfleyip ahşap ve deriden yapılan bir araçtır.
Körük ateşe dayanıklı çatlamayan ağaçtan ve yumuşak deri kullanılarak üretilir. Ortasında iki veya üç deliği bulunan, az hareket eden taban tahtası körüğün alt kısmını oluşturur. Bu tahtanın uç kısmında havanın basınçla çıktığı ortası delik sarı madenden dökülmüş bir parça bulunur. Ortadaki deliklerin üzerinde, emişte kalkan basınçta havayı tutan deri parçası bulunur. Üst tahta, alt tahtaya göre daha küçük hareket eder. Bunda delik yoktur. İki tahtayı birbirine körüıü oluşturan yumuşak deri kaplama bağlar. Kenarlarından çivilenir. Derinin içeriye doğru çökmemesini ve körüğün oluşumunu sağlayan söğüt ağacından çubuklar deri ve tahta oluşumunu sağlayan söğüt ağacından çubuklar deri ve tahta arasına konulur. Bu parçalar körükle beraber hareket eder.
Demirci körüklerinin iki kanatlısı olduğu gibi tek kanatlısı da vardır. Evlerde kullanılan körükler küçük olanlardır. Körükçülük, yemeklerin mangal kömüründe ve odun ateşinde pişirildiği zamanlarda en gözde mesleklerden biriydi. Günümüzde ise tamamen kaybolmuştur.



Külekçi İsmail Usta
19*25 cm.
1992
Tuval üzerine yağlı boya
Orhan ÇEVİKBAş koleksiyonu

KÜLEKÇİ
Yoğurt, süt, pekmez vb. yiyecek ve içeceklerin konulduğu, ahşap saplama kaplarına "külek" , bu mesleği icra edenlere de "külekçi" denir. Külek yapımında kullanılan tahtalar ıslatılıp, nemlendirildikten sonra talaş mangallarında ısıtılır ve büyük ağaç haddelerden geçirilerek silindir şekline sokulur. Bu yuvarlatılmış tahtaların iki ucu birleştirilir ve buna daire şeklinde bir tabam ve kulp takılır. Kaybolmuş meslekler arasındadır.



Nakiş İşleyen Adam
17*22 cm
1996
Tuval üzerine yağlı boya
Mehmet GÜÇTEKİN koleksiyonu

NAKIŞÇILIK
Çekiççi ustalarının çeşitli şekillerde yaptıkları eşyaların üzerlerine şslemeler yapan kişilere "nakışçı ustaları" adı verilir. Motifler, bakır kaplar üzerine önce çini mürekkebi ile çizilir. Daha sonra bakır, şeklin durumuna göre ya tahta mengenelerde ya düz tahta üzerine kenarlarından eğik çivilerle tutturulur. Çelik kalem ve çekiç yardımıyla motifler oyularak işlenir. Çelik kalemlerin ucu "V" biçimindedir. şsleme sanatında çeşitli teknikler kullanılır. Bunların başlıcaları kabartma, kesme, çizme, çakma, oyma ve kaplama teknikleridir. Aynı yerde üç tekniğin bir arada kullanıldığı eşsiz güzellikte bakır eserler yapılmıştır.Bunları etnografya müzelerimizde görmek mümkündür.
Nakışçılık artık turistik amaçla üretilen bakır kaplarda yaşamaktadır.




Sedef İşleyen Adam
27*35 cm.
1997
Tuval üzerine yağlı boya

SEDEF KAKMACILIĞI
Yumuşakçaların kabuğunda bulunan pırıltılı, sert beyaz maddeye "sedef" ve bu maddeyle şsleme sanatı yapan kişiye de "sedefkar" denir.
Maun, abanoz ve ceviz gibi sert ağaçların üzerine çizilen motifler kesici bir aletle oyulur. Buralara oyulan yerlerin biçiminde kesilmiş sedefler yumurta akı ve sedef tozu ile yapılmış macun yardımıyla yapıştırılır. Bu motifleri sağlamlaştırmak için de etrafları gümüş, pirinç veya kurşun telle çevrilir.
Mengenelerde sıkıştırılarak oyma ve kakma işi yapılır. Sedef kakma yapılacak ağaca kullanım alanına göre şekil verilir Tabanca kabzası, ayna çerçevesi, sehpa, rahle, kavukluk, çeyiz sandığı, mücevher ve makyaj kutuları... vb eşyalar bu şekilde şslenebilir.
Sedefkarlar çekiç, oyma ve bıçakları, gümüş, pirinç veya kurşun tel, gomalak cila, ağaç boyası, testere, törpü, kerpeten, pense ve zımpara gibi malzemeler kullanırlar. Tükenmekte olan meslekler arasındadır.



Semerci Hüseyin Usta
25*30 cm.
1993
Tuval üzerine yağlı boya
Vakkas S. SEYYAR koleksiyonu

SEMERCİLİK


Semer, bir zamanlar çekim ve binek hayvanlarının vazgeçilmez donanımıydı. Binlerce yıl arabalarla özdeşleşen at ve benzeri çekim ve binek hayvanları, motorlu araçların bulunup yaygınlaşmasıyla işsiz kaldılar ve buna bağlı olarak semercilik, palancılık ve koşumculuk da meslek olarak hayatımızdan birer birer çıkmaya başladı.

Eskiden göçebe toplumlar, yolcular, kervanlar ve seyyar satıcılar eşya ve yüklerini semerli hayvanlarla kolaylıkla taşıyorlardı. Semer sayesinde hayvanların vücudu hem soğuktan korunuyor hem de taşıdıkları yüklerin onlara zarar vermesi engellenmiş oluyordu. Ayrıca semer atlarda kullanılan eyerin de görevini üslendiğinden insan taşınmasına da olanak sağlıyordu. İşte semerin bu geniş kullanımından dolayıdır ki semercilik de en gözde mesleklerin başında geliyordu.

Şimdi semerin yapılışında kullanılan malzemelere bir göz atalım:

Berdi bir bataklık bitkisidir. Kamış gibi bataklıkta yetişir. İçi süngere benzer. Sıkıldığında tekrar eski haline döner. Bu özelliğinden dolayı semer yapımında dolgu malzemesi olarak kullanılır. Semerin gövdesinin esnek olmasını sağlar. Berdi Anadolu’da hasır, kürsü, sepet ve açkı malzemelerinin yapımında kullanılırdı. Sağlıklı, doğal bir malzemedir. Bataklıkların kurutulması ve sulak yerlerin kalmaması bu bitkinin de yok olmasına sebep olmuştur. Günümüzde ise yurdumuzda yok denecek kadar az yetişmektedir.
Sicim (Kınnap) keten, kenevir gibi bitkilerin liflerinden yapılan ince ve sağlam ip, “İngiliz sicimiyle asın” deyimi, sicimin ne kadar sağlam olduğunu anlatır.
Sırım, sahtiyanın ıslatıldıktan sonra makasla ince ince kesilmesiyle elde edilir.
Sahtiyan tabaklanmış ve cilalanmış teke derisidir. “Tabak sevdiği deriyi taştan taşa vurur” deyimi buradan gelir.
Keçe koyun yapağısından dövülerek ve sıkılarak dokuma işlevi yapılmadan elde edilen bir çeşit kaba kumaştır.
Telis, bitkisel liflerden dokunmuş kaba örgülü kumaştır.
Berdi bıçağı ahşap saplı olup içe doğru eğimlidir, bıçağın kesen tarafı testere ağzına benzer.
Üdürgü, Orta Asya’dan beri günümüze kadar gelmiş eski bir delme aleti olup, günümüz matkabının ilkel şeklidir. İki parçadan oluşur: Birinci parça keman yayına benzeyen kısımdır. Yarım ay şeklindeki bir çubuk ve bu çubuğun iki ucuna bağlanmış iki santimetre kalınlığında deriden oluşur. İkinci kısım ise delme işlemini kemane yardımıyla sağa ve sola dönerek yapan bölümdür. Bu kısmın ucunda demir bir matkap ucu çakılıdır. Dört-beş santimetre kalınlığında ağaç tornacıları tarafından özel olarak imal edilir ve ucu sivri ince bir silindir şeklindedir. Bir ucu elle tutulan parçası gövdeden ayrı döner. Eskiden, elektrikli matkapların olmadığı dönemlerde, marangozlar tarafından da delme işlerinde kullanılırdı. Yayı olduğu için adına kemane üdürgü de denilmektedir.Yay bu ikinci parçayı sağa-sola çevirme işlemini gerçekleştirir.
Balmumu sicimin mumlama işleminde kullanılır. Sicimi dış etkenlerden koruduğundan semerin dikişlerinin uzun ömürlü olmasını sağlar. Keser.
Çuvaldız yaklaşık otuz ila kırk santimetre uzunluğunda oldukça büyük bir dikiş iğnesidir. “İğneyi kendine çuvaldızı ele batır” deyimine konu olmuştur. Çuvaldız demirciler tarafından üretilirdir.
Ahşap
Semerci makası: 35-40 santimetre boyunda bir makas olup keçe ve deri kesmek için kullanılır. Demirciler tarafından semercilere özel olarak yapılırdı.
Tarak: 50, 20 ve 4 cm. ölçülerinde olan bir tahtanın kenarına yakın bölümüne, yan yana çakılan, bıçak şeklinde demirlerden ibaret bir alettir. Berdilerin dilimlenmesine yarar.
Semerci demiri: Boyu yaklaşık bir metredir. El tutulan bölümü vardır, ucu yarıktır. Bu yarık bölüme sıkıştırılan berdiler semerin elle ulaşılamayacak bölümlerine berdilerin ulaşmasını ve semere şekil verilmesini sağlar.
Keçi boynuzu: Boynuzun içine keçe parçaları sokulur. Zeytin yağıyla bu keçeler iyice yağlanır. Semerci semerin deri bölümünü dikerken çuvaldızını bu keçi boynuzuna sokar ve yağlanan çuvaldızın deriyi daha kolay delmesini sağlar.
Avuç demiri: Dikim esnasında kullanılan çuvaldızın semercinin avuç içini yaralamasını engelleyen, sarı bakırdan dökülmüş yassı bir alettir. Terzilerin kullandığı, dikiş dikerken parmaklarına taktıkları yüzüklerin avuç içine takılanıdır.
Semerin yapımında kullanılan malzemeler kısaca böyledir.

Semerin yapılışı:
Semerin gövdesi telisten dikilir ve mindere benzer. Gövdenin içine semerci tarağından geçirilerek dilimlenmiş berdiler yerleştirilir. Semerin şeklini oluşturan bölgelere berdi dilimlenmeden konur. Sert olması bakımından dilimlenmez. İhtiyaç duyulan yerlere daha sonra “Semerci demiri” ile daha fazla berdi sokulur. Mindere benzeyen bu gövde ortasında ikiye katlanır. Ön cepheden görünüşü “V” şeklindedir. Islatılarak yumuşatılmış teke derisi, oluşturulan bu gövdenin üzerine sicimle dikilir.
Semerin ahşap bir iskeleti vardır. Bu iskelet, yan ağacı, parmak ağacı, ön ve arka kaş ağaçları gibi parçalardan oluşur. Öncelikle parmak ağaçları ıslatılır ve mangal ateşinde ısıtılır. Yumuşayan ağaçlar ortasından otuz derecelik bir açı yapacak şekilde eğilir ve bu şekilde kurumaya bırakılır. Semerin ahşap iskeletinin sağlam olması için, bu kısımda sert ağaç cinsleri kullanılır. Bu ahşap iskelet, deri ile kaplanmış gövdeye üst taraftan oturtulur ve iskeletin yan ağaçlarından semerin gövdesine sicimle sıkıca tutturulur. Daha sonra semer ters yatırılarak iç tarafının keçesi sırımla itina ile dikilerek semer tamamlanır.
Semerin ahşap kullanmadan yapılanına da kürtün (palan) denir. Daha çok eşekler için kullanılır. Kürtünün dilimizde “Eşek kaçtı kürtün düştü” deyiminde yer ettiğini hatırlayalım. Üzerinde deri (teke derisi) kullanılmaz. Bunun yerine kıldan örülmüş kalın çadır bezi dikilir. İçine ise yine semerde olduğu gibi keçe konur. Dikişlerde sırım yerine bal mumlu sicim kullanılır.

Semerin süslenmesi:
Bu işler için renkli keçeler yuvarlak şekillerde kesilir. Bu parçaların üzerine de mantarı çıkarılmış gazoz kapakları konularak semerin ön kaş tahtasına çakılır. Semerin ön dikişleri, aralara mavi boncuklar sırıma geçirilmek suretiyle dikilirdi. Daha sonraları çıkan parlak kabara çivileri de semerin süsleme işleminde kullanılmıştır.

Semerciler ölçü alırken terziler gibi mazura kullanmazlar. Bunun yerine ya karışlarını ya da berdiye attıkları çentikleri ölçü olarak alırlar. Semeri yapılacak hayvanın vücut ölçüleri böyle belirlenirdi. İyi bir ustanın elinden çıkan semer hayvana kesinlikle zarar vermez, öyle ki hayvanın vücudunu yara yapan semer iyi dikilmemiş sayılır. Mesleğin püf noktası da buradadır. Semerciler kendilerini hayvan terzileri olarak nitelerler. Belki de semercileri günümüzün kaportacılarına benzetebiliriz. Burada semerciler için söylenen bir fıkrayı anlatalım: Semercinin semerlerinden memnun olmayan eşekler semercinin değişmesini isterler. Çünkü sırtlarına konulan semerler onları yara bere içinde bırakmaktadır. Semerci değiştirilir. Yerine gelen semercinin yaptığı semerler de iyi değildir. Onun semerleri hayvanlara daha fazla zarar vermeye başlamıştır. Bu semercinin de değişmesini eşekler hep bir ağızdan istemektedirler. Semerci ustasını yine değiştirirler.Yeni gelen semerci de tüm eşeklere “gelen gideni aratır” dedirtmektedir. Bütün eşekler şikayet edip dururken içlerinden biri diğer eşeklere bir öneride bulunur ve der ki “Eşek kardeşlerim semerci ustalarına beddua edip duracağımıza eşek olmaktan kurtulmayı neden denemiyoruz?!”

Benim babam semerciydi. Okul çıkışlarında kalan zamanımı onun yanında çırak olarak geçirirdim. Dedem 1915’te Çanakkale savaşında şehit düştüğünde babam dört yaşındaymış. Babası olmadığından onu dayısı büyütmüş. Okutmamış ama zamanın en iyi mesleği olan semerci yanına çırak olarak koymuş. “Semerci Şükrü” deyince yaşı ellinin üzerinde olan her Gaziantepli onu tanır.

Yine babamın yanındayım. Berdilerini taraktan geçirip onun yanına bırakıyorum. Babam da bu dilimlenmiş berdileri semerci demiri ile semere tepmeye çalışıyor. Babamın arkadaşlarından birkaçı “Kolay gelsin Şükrü usta’” diyerek geldiler. Biraz babamla şakalaştıktan sonra da bana dönerek “Söyle bakalım, baban çullu mu, semerli mi?” diye sordular. Yaşım küçük, semerin ne olduğunu biliyorum ama çulu bilmiyorum. Semer at ve eşeklerin üzerine konulduğundan insanlara yakıştıramadım. Cevap olarak da “çullu” dedim. Nasıl bir cevap vermişim ki bir kahkaha kopuverdi. Neden sonra misafirler gittiklerinde babam çulun da bir çeşit semer olduğunu söylediğinde kahkahanın sebebini anlamıştım.

M. Ali DİYARBAKIRLIOĞLU
Ressam




Sepetçi
25*35 cm.
1993
Tuval üzerine yağlı boya
Vakkas S. SEYYAR koleksiyonu

SEPETÇİLİK VE KÜFECİLİK

Sepet genellikle sorgun ağacı (sepetçi söğüdü), saz, kamış, kestane ağacı, ince ve esnek Hint hurması vb. bitkilerin dallarının yarılıp örülmesi yoluyla yiyecek veya eşya taşımak için üretilen, kulplu ya da kulpsuz taşıma veya saklama kabıdır. Bu sayılanların yanı sıra saman sapı, fındık ağacı dalı ve böğürtlen dalı da sepetçilikte kullanılan diğer bitki çeşitleridir.

Sepetçiliğin çok eskilere dayanan bir meslek olduğunu söylemek oldukça kolaydır. Gerçekten de ambalaj ve paket sanayinin gelişmediği, sanayi devrimi öncesi dönemlerde sepetler balıkçılıkta, tarlada, bağda, bahçede, çiçekçilikte, zeytincilikte, meyve ve sebzelerin taşınmasında ve daha akla gelmeyen pek çok alanda önemli yer işgal ederlerdi. Ülkemizde ise sepetçilik daha çok Kastamonu, Konya, Trabzon, Rize ve Edirne illerimizde yaygın olarak icra edilen bir iş koluydu ve mesleği icra ustaların önemli bir geçim kaynağıydı.

Kullanım alanına göre çeşitli boy ve şekillerde üretilen sepetler genellikle ince, uzun ve koni biçiminde olurlar. Üretildiği yöreye göre farklı isimler almalarının yanı sıra taşınması amaçlanan ürüne göre tasarımlarında bazı farklılıklar bulunabilir. Örneğin, Doğu Karadeniz bölgesinde üretilen ve çay ya da fındık taşınmasında kullanılan sepetlere “toka” adı verilir. Bu sepetler, çoğumuzun bildiği veya en azından yöreyi konu edinen bir televizyon programında gördüğü üzere bele asılarak kullanılır. Yine aynı yörede yapılan ve “garral” adı verilen sepetin ortası, yürürken kolaylık sağlaması amacıyla boğumlu olarak yapılır. Garralın alttan dolaşan ve yanlardan sağlamlaştırılan çember biçimli bir sapı vardır. Konya yöresinde üretilen, yörenin tarımsal ürün yelpazesi içinde daha çok kuru erzak ve üzüm taşınmasında kullanılana sepete ise “kölemen sepeti” denmektedir.

Sepetiyle ünlü başka bir yerleşim birimimiz de Karamürsel’dir. Ancak ilginç olan nokta, bu yöremizde üretilen sepetlerin o meşhur deyimdekinin aksine küçük olmalarıdır. Batı Karadeniz bölgesinde bulunan Kastamonu ilimiz ve bağlı ilçeleri ise sepetçi ustalarının diğer bölgelere oranla daha yoğun olduğu yörelerimizdendi. Bununla birlikte, İstanbul Küçükpazar’da arayıp bulduğum birkaç Kastamonulu usta, geçmişten günümüze kalan son temsilcilerden olarak benim tablolarıma model olmuşlardır. Burada Karadeniz bölgemizin ekseriye dağlık ve ormanlık bir alana sahip olduğu göz önüne alınırsa, sepetçiliğin ve küfeciliğin neden buralarda daha yaygın olarak geliştiği daha iyi anlaşılabilir.

Sepetin, daha ağır yükler taşımaya yarayan, kaba örgülü, sağlam ve hacimli olanına ise küfe denir. Küfe sepetten daha büyük olmasının yanında şeklen yuvarlak veya dört köşe olarak üretilebilir. Bazı küfeler iki yanındaki meşin askılıklarla sırta alınır; böylelikle yükün kolay taşınması sağlanmış olur. Yükten iyice ağırlaşmış bir küfenin sırta daha az zahmetle alınmasını sağlayan üç ayaklı küfe sehpaları vardır. Küfe de sepet gibi kullanıldığı işe göre “Oduncu küfesi”, “Pazarcı küfesi”, “Kömür küfesi” vb. şeklinde adlandırılır. Bahçıvan küfesine ise ayrı bir isim verilerek “çatma” denir. Motorlu taşıtların ve daha sonra da taksilerin şehirlerde, kasabalarda yayılmalarından önce küfeciler geceleri meyhane önlerinde beklerler, evlerine gidemeyecek kadar sarhoş olanları küfelerine koyup sırtlarında evlerine götürürlerdi. Gerçekten de “küfelik olmak” deyimi kaynağını bu eski olgudan almaktadır.

Sepet üretimi ile ilgili bazı detaylar vererek devam edelim. Sepetin yapılacağı malzeme, örneğin kestane veya söğüt dalları sepetçi ustası tarafından “yarma demiri” adı verilen bir alet ile uzunlamasına yarılır. Yarma demiri, yontma demiri, yontma tahtası, testere, bıçak ve tokmak sepetçilerin ve küfecilerin kullandıkları diğer aletlerdir. Sırt tarafı yuvarlak olan dallar yontma bıçağı ile yontularak düz şeritler haline getirilir. Elde edilen yassı şeritler aralarına yontulmamış çubuklar konularak, bir alttan bir üstten geçirilerek örgü yapılır. Bu örgüyü hasır örgüsüne benzetebiliriz. Sepet saplı olacaksa ağız çemberi eklenirken sap dalları da örgüye dahil edilir. Sepet veya küfenin dip tarafı sonradan ilave edilir. Bir bataklık bitkisi olan kamış sepet imalatında kullanıldığı zaman dilimlenerek ayrılır. Kamıştan yapılan sepetlerin örülmesi oldukça zordur, bu nedenle çok zahmetli bir üründür. Bunun yanı sıra kamışlar dilimlendiklerinde kenarları jilet gibi keskin olur. Öyle ki örgü yapan usta dikkatsiz olursa kendini ciddi biçimde yaralama riski ile karşı karşıyadır. Bu zorluklara rağmen kamış sepetlerin tercih edilme nedeni diğer sepet türlerine göre daha sağlam olmalarıdır.

Halk edebiyatımızda bu meslekle ilgili dolaylı da olsa ilgili olan “Sepetçioğlu zeybeği”ne kısaca hatırlayalım. Hikaye, konusunu Kastamonu’nun Araç ilçesinde yaşayan sepetçi Yörük Osman’ın yaşadıklarından almıştır. Yörük Osman, Araç Beyi’nin zam ve zulmünden yılmıştır. Beyi öldürür ve dağlara çıkar. Beyin oğlu ise gaddarlıkta babasını aratmaz; öyle ki gelen gideni aratır olmuştur. İntikam almak için Yörük Osman’ın geride bıraktığı anne ve karısını rehin alır. Kendisine dağdan inmesini, aksi halde annesini ve karısını öldüreceğini haber eder. Sepetçi Yörük Osman rehin tutulan annesini ve karısını zalim beyin oğlundan kurtarır. Ancak ardından çıktığı dağda kıstırılarak öldürülür. Sepetçioğlu ezgisi ise Yörük Osman’ın ardından yakılan bir ağıttır.

Sepetçilik ve küfecilik günümüzde yok olmaya yüz tutan mesleklerdendir. Bu mesleği halen icra eden az sayıdaki usta ile birlikte mesleğin de yakın bir gelecekte hayatımızdan çekileceğini söyleyebiliriz. Şehir hayatındaki tüketim talebinin son kaynağı olan çiçek ve çeyiz sepeti gibi daralmış pazar alanları ise ucuz ithalat ile gelen ürünler tarafından yutulmaktadır. Plastik mutfak araç ve gereçleri, paket ve ambalaj sanayinin gelişerek oldukça hızlı ve ucuz mal üretmesi sepetçiliği ciddi biçimde erozyona uğratmıştır. Bu konuda İskilip Halk Eğitim Merkezi tarafından 2005 yılında başlatılan bir proje ileriye dönük yerel ve iyi niyetli bir girişim teşkil ediyor. Proje çerçevesinde hasır ve sepet örme kurslarında üretilen sepetler ve hasır sandalyeler turistik dahil olmak üzere çeşitli amaçlarla Karadeniz ve Akdeniz bölgelerine gönderilmekte, elde edilen gelir mesleğin devam etmesi için küçük de olsa bir destek oluşturmaktadır. Bu tarz girişimler diğer il ve ilçe halk eğitim merkezlerine örnek olabilir.
Yazımızı bir küfeci fıkrası ile bitirelim:
Vefat eden zengin bir adamın mezarında onunla beraber kim bir gece geçirirse kalan servetinin yarısı onun olacaktır. Kimse talip olmaz. Küfesinden ve işinden başka bir şeyi olmayan yoksul bir küfeci ölen zengin adamın mezarında bir gece kalmaya razı olmuş. Zavallı küfeci mezara gelen sorgu melekleri ile sabaha kadar uğraşmış durmuş. “Küfeyi hangi para ile aldın?”, “İpi ne ile aldın?” gibi sorular sormuş melekler. Küfeci sahip olduğu küfenin ve ipin hesabını meleklere bir türlü anlatamamış. Sabah olunca mezarın başında halk zengin olacak küfeciyi davul zurna ile karşılamak için toplanmış. Kasabanın ileri gelen kişisi küfeciye hadi zengin oldun artık demiş. Küfeci büyük bir şaşkınlık ve korku içinde “istemem malı mülkü kardeşim” demiş, “ben bir küfenin ipin hesabını sabaha kadar veremedim, bu kadar malın hesabını nasıl veririm” demiş.
Rüyanızda kendinizi, evinize küfeyle yiyecek taşıtırken görmüşseniz eğer size yardım eden bir dostunuzu kırmışsınız ama o bunu size belli etmediğine işaret eder.


Şerbetçi
23*30 cm.
1995
Tuval üzerine yağlı boya
Mehmet GÜÇTEKİN koleksiyonu

ŞERBETÇİ
Meyve suyu, şeker ve meyan kökünden elde dilen içeceğe "şerbet", bunu yapıp özel tuluklarda satanlara da "şerbetçi" adı verilir.
Sırtta taşınan ve "tuluk" denilen, şerbetin konulduğu özel kap y asarı bakırdan ya da galvaniz sacdan yapılır. Tuluğu tenekeciler imal eder. şerbet sıcak aylarda satıldığından, soğuk kalması için tuluğa fazlaca buz atılır. Bu soğuk kabı sırtta taşımak aynı zamanda bel hastalıklarına da sebep olmaktadır. İşte bunu önlemek için tulukla bel arasına ısı yalıtkan bir aralık giyilir. Tuluğun bir küçük benzeri daha vardır; buna da "su matarası" denir. Müşteriye şerbet vermeden önce bardaklar bu mataradaki su ile çalkalanır. şerbetçi sesini sarı bakırdan yapılan küçük çınçın tasını musluğuna vurarak duyurur. Bardakların ve tasların konulduğu sarı bakırdan yapılan ve bele takılan parçaya da "bardak göğüslüğü" denir.


Tabak
28*35 cm.
1996
Tuval üzerine yağlı boya
İlhami ÜLERGİN koleksiyonu

TABAK
Deriyi kullanılır hale getirme işine tabaklama (sepileme), bu işi yapana da tabak ustası denilir. Büyük baş hayvan derilerinden taban astarı, kayışlık ve koşumluk kösele, küçük baş hayvan derilerinden ise sahtiyan astarlık deriler...vb yapılır.
Tabaklama işinde eskiden sumak ve mazı yaprağı, tüy dökme işlemindeyse kireç ve köpek pisliği kullanılırdı. Günümüzde modern makineler ve kimyasal maddeler bunların yerini almış durumdadır.
Ayrıca tabakhanelerin hep su kenarlarına kurulmuş olmaları da bu mesleğin çok fazla su kullanımı gerektirmesinden kaynaklanır.

Takunyacı Memik Usta
30*40 cm.
1997
Tuval üzerine yağlı boya

TAKUNYACI
Ceviz, dut ve çınar gibi suya dayanıklı ağaçlardan yapılan, daha çok ıslak zeminlerde giyilen üstü tasmalı yüksek tabanlı ayakkabılara "takunya" denir.
Plastiğin olmadığı zamanlarda gözde giyeceklerden biriydi. Sedef kakmalısı ve gümüş işlemelisinin yanı sıra halhallısı da vardı.
Nalıncı keseri, testere, törpü, kütük, nalıncı çivisi, makas, köşker bıçağı, kösele, deri ve ağaç boyası takunya yapımında kullanılan malzemelerdir.
Tükenmekte olan meslekler arasındadır.

Taş Yontucuları
34*45 cm.
1997
Tuval üzerine yağlı boya

TAŞ YONTUCULARI
İnşaatların taş kullanılarak yapıldığı dönemlerde taşları kesip yontarak yapılara uygun hale getiren ustalara " taş ustaları" denirdi.
Taş ocaklarından kaba olarak kesilip getirilen taşlar, yontucular tarafından önce külünkle kabaları alınıp sonra da tarak denilen çelik ağızlı aletlerle düzgün hale getirilir. Taş yontucuları gönye, levye, demiri, tarak ve külünk kullanırlar.
Sayrlarr çok azalan taş ustaları, günümüzde eski taş yapıların yenilenme işleri ve lüks bina yapımları için aranmaktadır.



Tenekeci Şükrü Usta
33*44 cm.
1997
Tuval üzerine yağlı boya

TENEKECİLİK
Tenekeciyi, tenekeden çeşitli eşyalar yapan usta olarak tarif edebiliriz. Teneke yumuşak çelikten üretilen, üzeri kalay kaplı ince saçtır. Soba boruları, tatlı kalıpları, maşrapalar, huniler, pekmez ve yağ kapları, fıskiyeler... vb tenekeci ustalarının maharetli ellerinden çıkan araç gereçlerden bazılarıdır.
Kömür mangalında ısıtılan havya önce, sabun kalıbı biçimindeki nişadıra şrülür. Sonra lehime değdirilerek bir miktar lehimin eriyerek havyanın uç kısmına yapışması sağlanır. Lehim yapılacak zeminin daha önce tuz ruhu ile temizlenmesi gerekmektedir. Bu işlem yapılmazsa lehim tutmaz. Lehim: Kalay ve kurşun alaşımı
Nişadır: Amonyak tuzu
Havya:Çekiç biçiminde ucu bakır alet
Tuz ruhu: Hidroklorik asit (Tenekeciler hidroklorik asitte çinko parçaları eriterek çinko klorür elde ederler. Lehim yapımında bu asidi kullanırlar).




Yemenici Mehmet Usta
21*30 cm.
1991
Tuval üzerine yağlı boya
Prof. Dr. Atilla MÜFTÜOGLU koleksiyonu

YEMENİCİLİK
Üstü kırmızı veya siyah keçi derisinden , tabanı ise köseleden olan, topuksuz, hafif kaba ayakkabılara "yemeni", bu işi yapan ustalara da "köşker" denir.Kullanılacak olan deriler yalnızca sumak veya mazı yapraklarıyla tabaklanır, kimyevi maddeler kullanılmazdı. Dikişleri "biz" (çelikten, sivri uçlu delici bir alet) yardımıyla çift iğne kullanılarak mumlu "gınnap" ile tersinden dikilir, daha sonra da düz tarafı çevrilirdi. Astar ve taban arasına vücut elektriğini alsın diye kil tabakası konulur, sonra dikilirdi. Yemeniler, tamamı el emeği olan, koku ve mantar yapmayan kullanışlı, ortopedik ve hafif ayakkabılardır. Gül, şeftali, nar, annabi, merkup, küçük ve büyük hasbe, uzger ve zelber yemeni çeşitlerinden bazılarıdır. Muşta, balmumu, gınnap, biz, çekiç, köşker bıçağı iğne ve kütük başlıca malzemelerdendir.




Demirci ve Oğulları

21*30 cm.
1993
Tuval üzerine yağlı boya
M.Ali DİYARBAKİRLİOĞLU


DEMİRCİLİK
Demircilik, Türklerin en eski el zanaatlarındandır ve Türk ulusu nezdinde saygın bir yere sahiptir. Tarihten küçük bir örnek vermek gerekirse Göktürklerin atalarının da demirci olduğu, Ergenekon destanında demir dağının eritilip oradan yol alındığı ve o günün de kutsal sayıldığı anlatılır. Bir inanışa göre demirciliği insanlığa Hz. Davut öğretmiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Davut demircilerin koruyucusu olarak bilinir. Demircilik Orta Asya halkları arasında nasıl önemli bir meslekse Anadolu’da da müstesna ve tarihi bir yere sahiptir.

Demirin bulunması ve kullanılması toplumların yaşam şartlarını belli ölçülerde kolaylaştırmıştır. İnsanoğlu demiri bularak savunma ve avlanma amaçlı silah, ev eşyası vb. araç gereçler üretmiş, yaşam alanlarını sağlamlaştırarak kendilerini diğer toplumlardan ve doğanın yıkıcı etkilerinden daha iyi bir şekilde korumaya başlamıştır.

Demir kılıçların savaşlarda ne denli önemli olduğuna iyi bir örnek Hitit kralı Hattuşili III ile Mısır Firavunu Ramses II arasında geçtiği bilinen Kadeş savaşıdır. O dönemde Mısır askerlerinin kılıçları ve mızrak uçları dövme bakırdandı. Bu sebepten ötürü Mısırlıların demirden kılıç ve mızraklarla donatılmış Hitit askerleri karşısında yenildikleri anlatılmaktadır.

Demir, savaş sırasında savunma gereçleri süngü, mızrak, kılıç olarak; barış zamanında da ekim aletleri, saban, orak, yaba, kazma, kürek, keser, makas gibi el aletlerinin yanında inşaat sektörünün ve sanayinin vazgeçilmez malzemesi olmuştur. Pencere, kapı ve duvarlarımızı süsleyen ve koruyan demir parmaklıklar demirci ustalarının maharetli elleriyle bizlere sundukları sayısız işlerden sadece birkaçıdır.

Demircilik bir doğu sanatıdır. Bu meslek doğuya yapılan akınlar ve seyahatler neticesinde batıya yayılmıştır.

Arkeolojik kazılarda demir bulguların nadiren görülmesinin en önemli nedeni oksitlenmedir. Oksitlenme demiri yakıp yok eder. Bu nedenle XI. yy. öncesine giden kazılarda demirden yapılan işlere pek rastlamayız. XII yy.’dan sonra demircilikte önemli gelişmeler sağlanmış ve günümüze kadar gelen eşsiz güzellikte eserler bırakmışlardır.

Demir doğada saf olarak bulunmaz ve kimyasal elementler cetvelinde “Fe” harfleri ile temsil edilir. İçine nikel katılırsa paslanmaz çelik elde edilir ve bu eklenen malzemeye göre farklı şekillerde adlandırılır. Haddeden geçirilerek elde edilen sac levhaların paslanmasını önlemek için üst kısımları madeni yağla yağlanırlar. Demir en iyi emaye ile uyum sağlar.

Demircilikte fabrikasyon imalata başlanmadan önce üretimde kullanılan kesici ve delici (inşaatlarda kullanılan keski ve çiviler, ağaç keseri, çeşitli bıçaklar, çiviler, kasapların kullandıkları et satırları vb.) malzemelerin dayanıklılığın sağlanarak, kolayca kırılıp, körlenmesini engellemek gerekir. Demire “su verme” ihtiyacı buradan gelir. Bu işlenen demirin kullanım amacına bağlıdır. Örneğin, yapılan iş sert yerlerde kullanılacak bir alete gerek duyuyorsa daha sert su verilir ve maddenin içeriğinde değişiklikler yapılır. Örneğin tenekeci makası gibi demir kesecek aletlerin demirindeki karbon oranı 1.7'den fazla iken bu oran inşaat demirleri için tam olarak 1.7 dir.

Demirin 3 çeşit sertleştirme işlemi vardır. Bunlar sırayla

1)Suda sertleştirme

2)Madeni yağda setleştirme

3)Hava ile sertleştirme


Demir ocakta ısıtıldığında ulaştığı sıcaklığı aldığı renge göre demirci ustaları anlarlar. Örneğin sigara ateşi rengi demir tavının 600 C'de, portakal rengi 900 C, sarımtırak renk beyaza dönüşünce demirin tav derecesi de en yükseğe gelmiş demektir.

Demir yüksek tavda dövülmelidir. Eğer düşük ısıda dövülürse çatlamalar meydana gelir. Yüksek tavda demir halk tabiriyle çürür çünkü yüksek sıcaklıkta demirin kimyasal yapısı ve özelliği bozulur. Eğer yapılacak demir malzeme çok sayıda tavlama işlemi gerektiriyorsa, örneğin 6-7 defa tavdan sonra, demiri mutlaka kuma gömerek 24 saat bekletmek gerekmektedir. Bu işleme demirci tabiri ile “normalleştirme tavı” denir. Üretim sürecine dinlendirme işleminden sonra devam edilir. Demir tavı renklere göre anlaşılabildiği gibi demirin (yani çeliğin) sertlik dereceleri de renklere göre belirlenebilmektedir.

Demir malzemenin meneviş boyama işlemi genellikle silah sanayinde ve Karadeniz bölgemizde kullanılan bir tekniktir. Burada amaç, tabanca ve benzeri çelik aletleri paslanmaya karşı korumak ve görüntü bakımından güzel göstermektir. Bu işlem için çelik 600 C’ye kadar tavlanır. Bu tavlama işlemi fındık büyüklüğündeki linyit kömürü ile yapılırsa çeliğin kimyasal yapısı daha az değişir. Tavlanan çelik madeni yağa batırılır. Az miktarda hava verilerek isli yanması sağlanan linyit ocağının üzerinde yağa batırıp çıkartılan çelik malzeme tutulur. Soğumuş çelik üzerindeki yağ ve linyit isi birleşerek kaplama boya oluşur. Daha sonra da suya batırılarak meneviş boyama işlemi tamamlanmış olur.

Kaynağın henüz bulunmadığı zamanlarda demir ocak kaynağı ile kaynatılırdı. Mümkün olduğu kadar açık portakal renginde ısıtılan demir malzemeler üst üste getirilerek aralarına boraks tozu konularak ve örs üzerinde balyozlarla dövülerek birbirleri ile kaynaması sağlanırdı. Bu işlem sırasında demir malzemenin şeklinin bozulmaması için altta oluklu tabla, üstte de oluklu saplı baskı kullanılırdı. Balyozla, baskının üzerine vurularak malzemenin şeklinin bozulması engellenirdi.

Günümüzde ise demirciler, yukarıda bahsedilen araç ve tekniklerin yerine, oksijen ve elektrik kaynağını, delgi makinelerini, kesici ve delici elektrikli aletleri kullanmaya başladılar.

Tavlanan demirin örs üzerinde dövülmesi: Ocak yanında çeşitli ağız yapısında kıskaçlar hazır bulunur. Bu kıskaçların burunları sıcak malzemeyi tutan kısmı düz, oluklu veya karga burnu şeklindedir. Ocaktan alınan demir malzemeyi sıkı sıkıya tutabilme özelliği vardır. Bu arada demirci çırağı körük yardımıyla kok kömürü ateşini harlı tutmaya çalışır ve hiç bir zaman ateşte kömürün bitmesine izin vermez. Gerçekten de demire şekil vermek ancak ve ancak demir kor halindeyken mümkündür.

Elindeki kıskaçla kor halindeki ham demiri tutan demirci ustası diğer eliyle de çekicini kullanır. Ustanın çekiç vuruşunun açısına ve vuruş şiddetine göre demirci kalfaları da balyozlarıyla demiri döverler. Balyozun aynı yere vurması gerekiyorsa usta çekicini örse yavaş yavaş vurur. Usta çekicini örse yan tuttuğu zaman balyozla vurma işlemi de durmalıdır.

Kömür kokusu ve kömür isi içerisinde her işlerini kendilerinin yaptığı ustaların maharetli ellerinden çıkan, bazen çelik bazen de yumuşak demirden yapılan aletler gerçek birer alın teri, el emeği ürünüdürler. Demirci ustaları kor haline getirilen demir parçalarını çekiç ve balyozlarla karşılıklı örs üzerinde döverek şekil vermektedirler. Bu bağlamda demirci ustalarını bir orkestrayı yöneten şeflere benzetmek çok da yanlış olmaz. Gerçekten de kalfalar, çekiçlerini ne zaman vuracaklarını ustanın çekiç ritmiyle belirlerler. Dört kişinin kullandığı büyük balyozlar kor halindeki demirin üzerinde inip kalkarken herhangi birinin diğerine çarpmaması, bu işlemin nasıl bir uyum içinde yürümesi gerektiğine en önemli delildir.

Çeliğe verilen gerçek su, demirci ustalarının alınlarından akıttıkları terleridir.

Türkler tarih boyunca demircilikte oldukça ileriydiler. En iyi kılıçları yapıp sertleştirme işleminde at idrarı kullanmak kaydıyla idrardaki kimyasal bileşimi sertleştirmede kullanmayı bilmişlerdir.

Bu mesleklerle birlikte bizler de geçmişimizle olan bağlarımızdan yavaş yavaş kopmaktayız.


Teknoloji acımasız çarkları arasına demirciliği de alarak bu mesleği icra eden ustaların sayısını hızla tüketmektedir. Günümüzde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kalan emektar ve yaşlı ustalar için yetiştirecek çırak bulmak da, benzer durumdaki diğer zanaatlarda olduğu gibi, neredeyse imkansız hale gelmiştir. Kitlesel üretim ve hızlı tüketim alışkanlıklarının, emeğe dayalı meslek kollarından insan ilişkilerine kadar uzanan geniş bir yelpazede her şeyi metalaştırıp öğüttüğü bir dönemde, toplumsal yaşamın daha geçen yüzyılın başına kadar dayanağını oluşturan çoğu meslek birer birer yok olmaktadır. Zira, çağımız toplumunun estetik ve emek kaygılarından uzaklaşarak maliyet-kazanç ikilisine odaklanan dünya görüşü ve insan ilişkileri yaklaşımı, geçmişimizden miras kültürel ve sosyal zenginliklerimizi de erozyona uğratmaktadır. Sonıuç olarak, mesleklerinin kendileri ile birlikte toprağa gömüleceğini düşünmek, demirci ustaları için ayrı bir enişe, belki de başlıca üzüntü kaynağı olsa gerek.

Not: Bu yazıda kullanılan tablolar ressam Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu tarafından yapılmıştır.



Kup Yapan Çömlekçi
21*30 cm.
2005
Tuval üzerine yağlı boya
Prof. Dr. Atilla MÜFTÜOGLU koleksiyonu

ÇÖMLEKÇİLİK

Gerek teknolojinin gelişmesine paralel olarak kulanım alanlarını daha pratik, ekonomik ve teknolojik ürünlere bırakması, gerekse son zamanlarda ucuz Çin ürünlerinin piyasayı işgal etmesi, el emeği-göz nuru her biri adeta birer sanat eseri olan çömlekçilik mesleğini bitim noktasına getirmiştir. Pişirilebilir kil ve toprak karışımından çömlek, testi, çömlek, çanak, tabak vb. ürünlerin yapımına “çömlekçilik” denir.

Pişirilecek karışımın bu safhaya gelmeden önce geçirdiği bir hazırlık dönemi vardır. İçine organik maddeler ilave edilen karışım, şekil verildikten sonra pişirilirken bu organik maddeler yanar ve çömleklerdeki gözenekli yapıyı oluşturur. Böylelikle eşya hem hafifler hem de sağlıklı bir hale gelir. Çömlek hamurunda kullanılan kilin yağı kum kullanmak suretiyle alınır. İlkel çömlekçilikte hazırlanan hamur elle ya da tokmakla yoğrulurdu. Günümüzde ise bu işlemler için makine kullanılmaktadır.

Çömlek hamuruna üç şekilde biçim verilir. Birincisi, çömlek hamuru topağının oyularak el veya tokaçla istenilen biçimin verilmesidir. İkincisi ise “kalıplama” tekniğidir. Kalıplama tekniğinin uygulamasına en güzel ve en bilinen örnek kiremittir. Üçüncü teknik “çekme” tekniğidir. Bu teknikte şekil verilecek olan çömlek hamuru dönen bir çarkın üzerine yerleştirilerek el ve çeşitli aletler yardımıyla şekillendirilir.

Şekil verilen karışım hamur kurumaya bırakılır. Kuruyan çömlekler fırınlara istiflenir ve odun, talaş veya çalı çırpı yakılarak pişirilir. İlkel fırınlarda pişirme işlemi yüksek sıcaklıklarda yapılamadığından bu fırınlarda pişen malzemeler yeterince sert ve dayanıklı olamazlar. Bu fırınlarda sıcaklık ayarı da yapılamaz. Bu şekilde fırınlanmış çömlekler gözenekli ve mat olmalarının yanı sıra kolaylıkla çizilebilirler. Günümüzde hala kullanılan bu ilkel fırınlar boyanır, sırlanır ve süslenirler. Sır, emaye tozu ya da reçine kullanılarak su geçirmez duruma getirilir. Bu bağlamda “yumuşak çömlekçilik” en eski çömlekçilik türüdür ve kullanılan malzeme yüksek sıcaklıkta pişirilmeye dayanıksızdır.

“Silisli çömlekçilik” ise mesleğin İslam dünyasına özgü bir dalıdır. Arkeolojik çalışmalar çömlekçiliğin geçmişinin Anadolu’da M.Ö. 7000 yıllarına kadar uzandığını göstermektedir. Örneğin Çatalhöyük kazılarının alt katmanlarında dahi çeşitli çanak ve çömleğe rastlanmaktadır. Süslemeleri basit olmakla birlikte teknikleri dikkat çekici düzeydedir. Bodrum müzesinde sergilenen dünyanın en zengin amfora koleksiyonundaki çeşitlilik de toprak kap işçiliğinin ne kadar eski bir uğraş olduğuna başka bir örnektir.

Güneydoğu Anadolu yöremizde dar dipli, geniş karınlı, dar ağızlı ve iki kulplu, “küp” denilen çok amaçlı çömlek çeşidi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu eşyalar genellikle siyah veya kırmızı renktedir. Turşu, yağ, sirke, pekmez, su, kavurma gibi yiyeceklerin saklanmasında ve taşınmasında kullanılırlar. Parlak ve perdahlı tek renk üretilen çömlek ürünleri Anadolu geleneğinin örneklerindendir. Erzurum yöresi çömlekçiliğinde ise “Karaz” türü çömlekçilik gelişmiştir.

Günümüzde İzmir, Menemen, Erzurum, Nevşehir, Diyarbakır, Gaziantep, Kütahya illerimiz ve bu illere bağlı ilçelerde çömlekçilik mesleği dar bir kapsamda dahi olsa devam etmektedir. Bununla birlikte hayatımıza giren çelik, emaye vb. malzemelerden yapılan tencere, saklama kabı gibi eşyalar doğal olarak toprak kaplara olan talebi düşürmüştür. Mesleğin günümüzde üretim verdiği eşya tiplerine örnek olarak çömlekler, çanaklar, dolma kapakları, ibrikler, güveçler, toprak tencere ve kaseler, su testileri, saksılar ve vazolar gösterilebilir. Bu ürünler kullanımlarına göre sırlı ya da sırsız yapılırlar ve üretildikleri yöreye göre farklı isimler alırlar.

Dolma kapağı: Dolma tencerelerinin üzerine konan ve ağırlığı sayesinde dolmanın dağılmasını engelleyen, tencereye göre çeşitli boyutlarda üretilen, yer yer delikli bir disk biçimindeki çömlektir.

Şimdi, son demlerini yaşayan ve birkaç yıl içerisinde tarih olacak çömlekçilik ve mesleğiyle ilgili olarak Gaziantep’teki iki ustadan biri olan sayın Tekin ÖZKALKAN’la yaptığımız söyleşiyi aktarıyorum.

-Tekin ustam bize çömlekçilikle ilgili geçmişinizi kısaca anlatır mısınız?
-Bizim çömlekçilik mesleğiyle ilgili geçmişimiz üç kuşak öncesine kadar gidiyor. Hemen hemen 60-70 yıllık bir geçmişe dayanıyor. İlk olarak dedem o zaman mezarlığın altındaki mağaralarda işe başlıyor. Tabi dedemin bu işe başlamasında, o zamanlar çömleğe duyulan talep etkin olmuştur. Eskiden böyle cam veya plastik kaplar fazla kullanılmıyordu. İnsanlar salçasını, turşusunu, peynirini, zeytinini, hatta zahirelerini bu çömleklerde muhafaza etmek zorundaydı. Dolayısıyla o zamanlar çömlekçilik mesleği revaçtaydı. Sonraları bu plastik işi çıkınca mesleğimiz de yavaş yavaş demode olmaya başladı. Şimdilerde ise bu mesleği zar zor da olsa sürdürebilmek için vazo, saksılık, dolma taşı, testi ve çeşitli süs eşyası yapmak zorunda kaldık.

-Peki, bu mesleği dedenden önce yapan var mıydı, yoksa dedenle mi başladı?

-Bildiğim kadarıyla dedemden önce bunu meslek olarak yapan yokmuş. Aslında bu meslek bize de Halep’ten gelme. İlk olarak Halep’ten gelen bir usta bu mesleği dedeme öğretmiş. Uzun süre Antep’te kalarak dedemle birlikte çalışmışlar. Dedem babama, bense hem dedemden hem de babamdan öğrendim.

-Siz kaç yıldır aktif olarak bu işi yapıyorsunuz?

-Dediğim gibi küçüklüğümden beri, yani 1965-70’li yıllarda başladım. Hâlâ babamla birlikte çalışıyorum.

-Bilindiği gibi sanayi geliştikçe üretim biçimi de buna paralel olarak değişir. Sizde bu yönde bir değişim oldu mu, yani hala eski yöntem ve koşullarla mı çalışıyorsunuz?
-Evet. Tabiî ki çok değişti. En büyük değişimimiz ise, daha önce mağaralarda çalışıyorduk. Şimdi atölyelerimiz var… Bu arada toprağımızı değiştirdik. Eskiden Antep toprağı kullanıyorduk. Çünkü rutubeti seven bu toprak nemli mağara koşullarının dışında başka bir yerde işlenemezdi. Çatlama yapıyordu. Bizde atölye koşullarında işleyebileceğimiz toprağı aramaya koyulduk. Sonunda İslahiye, Maraş taraflarında başka kil topraklar bulduk.

Böylece mağaradan çıkıp sanayiye karışmış olduk. Şimdi gördüğünüz gibi betonarme yapıda atölye koşullarında çalışıyoruz.

Aslına bakarsanız bu meslek beton yapılarda tam anlamıyla sağlıklı bir şekilde yapılmaz. Çünkü ne yaparsanız yapınız bu binalar sıcak olur ve çömleklerde yarılmalar olur. Ama biz bu sorunu toprağımızın içerisine inceltim dediğimiz silis katarak bunun yarılmasını engelledik. Şu an halen, 18 yıldan bu yana Gaziantep Küsget bölgesinde faaliyetimizi sürdürüyoruz.

-Peki ustam bize bir çömleğin yapılışını aşamalarıyla birlikte kısaca anlatır mısınız?
-Öncelikle Maraş, İslahiye taraflarından getirdiğimiz kili atölyemize boşaltırız. Bu kilin çok temiz olması gerekiyor. İçerisinde taş ve benzeri şeylerin yanı sıra, kireç yapıcı maddelerin olmamasına dikkat ederiz. Yani en az aktarlarda satılan kil kadar temiz olması lazım. İçeri yığdığımız bu kili, içerisine silis dediğimiz inceltimi katarak akşamdan ıslatırız. Sabaha kadar bu mayalanır. Sabah geldiğimizde yumuşamış olan bu karışımı karma makinelerimize aktarırız. Orada iyice karılan kil silindire akar. Silindirden üç sefer geçiririz. Böylece içerisinde kalmış taş ve benzeri maddeler de yok olur. Buradan vakumlama makinesine geçilir ve artık ustanın işleyebileceği duruma gelmiş olur.

Usta bunu işleyerek çömlek veya diğer ürünler haline getirir. Bunun belli bir berkime tavı vardır. O süreden sonra yüzü temizlenir ve tekrar iskelede kurumaya bırakılır. İyice kuruyan çömlekleri ocakçılarımız fırına dizerler. Fırınlarımızda 800-850 derecede 12 saat pişirildikten sonra soğutulur ve boyamaya alınır. Önce yüzüne bir astar atılır. Astardan sonra boyanır. Boyama işleminden sonra verniklenir. Son olarak da nakışlanır ve paketlenir.

-Anlattığınız bu işlemleri bütün ürünlerinizde mi uyguluyorsunuz, yoksa kullanım alanlarına göre farklılık gösteriyor mu?
-Hayır. Turşuluk, salçalık, zahirelik vs. amaçlı kullanılan çömleklerimizin fırınlama ve boyama aşamaları daha farklıdır. Tabi nerdeyse üretimini durdurduğumuz yeşil çömleği anlatmamıştım. Bunlara daha hassas işçilik gerekiyor. Örneğin bu çömlekleri 1000-1100 derecede odun ateşinde pişiriyoruz. Üzerindeki sır tabakası çok hassas olduğundan alevinin temiz olması lazım. Bu yüzden odun ateşinde pişiriyoruz. Oysa diğer ürünlerimizde talaş ateşi kullanıyoruz. Ayrıca rutubetli ve serin ortamlarda yüzünde dökülme olmaması için iki sefer fırınlanır.

-Çömlekçilik sizin için nerdeyse bir yaşam biçimi olmuştur. Bu yaşam biçimi içerisinde mesleğinize ya da size özgü mani, türkü, tekerleme, fıkra, öykü var mı?
-Öyle önemli sayılabilecek şeylerimiz yok. Yalnız bizde de bütün mesleklerde olduğu gibi işe alacağımız ustaları onlara çaktırmadan sınarız. Ustalık marifetini denemek için önce onlara bir testi taptırırız ve geriden izleriz. Böylece el becerisi, çalışma şekli, sabrı ve ahlâkı hakkında bilgi sahibi oluruz.

-Çömlekçilikte üçüncü kuşak olduğunu söylüyorsun. Peki senden sonra, yani dördüncü kuşak da olacak mı?
-Bu çok zor. Artık kimse çömlek kullanmıyor. Onun yerine sağlıksız plastik kaplar kullanıyorlar. Eskiden işlerimiz çok iyi gidiyordu. Biz burada otuzbeş kişilik bir kadroyla çalışıyorduk. Şu an ancak sekiz-dokuz kişiye yetebilecek kadar işimiz var. O da süs eşyası, vazo, saksılık vb. işler yapıyoruz. Bunu da son zamanlarda piyasayı işgal eden ucuz Çin malları baltalıyor. Bu üretimimizi nerdeyse durma noktasına getirdi. Ben bundan iki yıl önce bir ürünü 750 bine satarken, bugün aynı ürünü 600 bine satmak zorunda kalıyorum. Kâr edemiyoruz ama sanki kendi yevmiyemize çalışıyormuşuz gibi bir durum var. Bütün çabamız dükkânımızı kapatmamak için. Antep’te bu meslek ölmesin diyedir… Zaten hiçbir devlet güvencemiz de yok. Dolayısıyla bizim geleceğimiz karanlık…

-Gaziantep’te bu işi yapan kaç esnaf kaldı?
-Antep’te iki esnaf kaldık. Biri ağabeyim, diğeri de benim. Gördüğün gibi biz de sallantıdayız, her an kapatabiliriz.

-Peki, Türkiye’de bu işi hâlâ yapan var mı?
-Evet. Ankara-Gölbaşı’nda, Avanos’ta var. Ama genel anlamda İzmir’de yapılıyor. İzmir-Menemen bu işin en çok yapıldığı yer. Hatta İzmir’den, başta Hollanda olmak üzere birçok Avrupa ülkesine ihracatı bile yapılıyor. Tabi daha çok saksılık ve süs eşyası olarak…

-Sayın ustam bize zaman ayırıp verdiğin bu değerli bilgiler için çok teşekkür ediyorum. 07.09.2007-Gaziantep





0 Responses