RİZEDE YAYLACILIK VE YAYLACILIKLA İLGİLİ ÂDETLER

Yayla
Yaylaya çıkış için bir kaç aile ortak bir gün tespit ederlerdi. Hemen yolculuk hazırlıklarına başlanır, katırların semerleri onanlır, sığırların alınlarına ya da boyunlarına nazar boncuğu ve muska takılırdı. Göç günü sabah erkenden kalkılır, hayvanlara ot verilip su içirildikten sonra yola çıkılırdı. Yaylada sürekli kalacak kişilerle birlikte hayvanların götürülmesine yardımcı olmak üzere bir kaç kişi de kafile ile beraber bulunurdu. "KÖÇCÜ" denilen bu kişiler, sığırları yaylaya çıkardıktan sonra orada bir kaç gün kalıp tekrar köye dönerlerdi. Yaylaya çıkışlar genellikle iki gün sürer, birinci günün sonunda hanlarda konaklanırdı. Hanlar; zemin katı kahvehane, üst katı bir kaç odadan ibaret bir otel niteliği taşırdı. Ahşaptan inşa edilen hanlara bitişik olarak bir ahır ve ot konacak bir bölüm de ilave edilirdi. Hayvanlar çok kalabalık olur ve ahırda yer olmazsa dışarıda yere çakılan kazıklara bağlanırdı. Hayvanlara hancının ot deposundan ot satın alınarak verilir, ayrıca içilen çay ve kalma masrafı olarak da hancıya belli bir miktar para ödenirdi.
Yaylaya çıkan köçcüler, orada kaldıkları bir kaç gün zarfında bir araya gelirler, horon ve atma türkülerle şenlik yaparlardı. Bazen bu şenlikler geriye dönüşte yol boyunca da tulum eşliğindeki aüna türkülerle devam ederdi. Vartevör denilen bu şenliklere izafeten yayla çıkışa "Vartevör Köçü" denirdi.
Yayla hayatı Haziran ayının başından Eylül ayının ilk haftasına kadar süren üç aylık bir süreyi kapsar. Havaların iyi veya kötü gitmesi bu süreyi azaltıp kısaltabilir.
Yaylada günlük hayat çok erken başlar. Sabah erkenden kalkılır, sığırlar sağılıp sütü eve çıkarılır. Sütün kaymağı alınıp kaymak kabında, kaymağı alınmış süt ise peynir kazanında biriktirilir. Güneş doğarken hayvanlar çözülür ve yayıma (otlak alan) bırakılır. Hayvanlar yayıma götürüldükten sonra ahırın gübresi temizlenir. Gübrenin temizlenmesinde ağzı geniş bir kazma ile, "Süpürgelik" denilen ualları sert ve esnek bir yapıda olan bir cins çalıdan yapılmış ahır süpürgeleri kullanılır. Ahırın ortasında toplanan gübre, evin önünde uygun bir yerde biriktirildiği gibi sepetlerle çayırlıklara götürülüp serpilir. Bazen de günlük gübre ahırın iç duvar yüzeyine ya da dışarıda taşların üzerine yapıştırılarak kurutulmaya bırakılır. Bir müddet sonra kuruyan gübreler tezek haline gelir. Yörede "Atar" diye adlandırılan tezek özellikle peynir yaparken ve minci taştınrken odunun yanında ek yakacak olarak kullanılır.

Ormana yakın yaylalarda yakıt temini için ormandan istifade edilir. Bunun için guruplar halinde ormana gidilir. Kuru veya devrilmiş ağaçların gövdesi ve dallan kesilerek katırlarla veya sırtla eve getirilir. Genellikle bir kaç ailenin yardımlaşarak birlikte yaptıkları odun hazırlama işi yaylacılığın en zor işlerinden biridir. Ormana uzak olan yaylalarda ise yakıt, yüksek yamaçlarda yetişen komar ve çaçğı denilen çalılardan temin edilirdi.

Ancak günümüzde bir çok yaylaya araba yolu çıktığından odun ihtiyacı ormanlık alandan temin edilerek kamyonlarla götürülebilmektedir. Ateş tutuşturmak için çıra veya gaz yağı kullanılır. Ancak Hemsin yöresinin geleneksel ateş tutuşturucusu çıradır. Yaşlanan, devrilen veya kesilen çam ağaçları yıllandıkça odun kısmı çürüyüp dökülmekte, içerisindeki reçine ise gittikçe sertleşerek odunsu bir yapı kazanmaktadır. Yıllandıkça kırmızımsı bir renk kazanan hoş kokulu bu kısma "Çıra" denmektedir. Yalnızca çam ağacından elde edilen çıra, çıkarılmadan önce kalite kont-rolünden geçirilir.
Bunun için baltanın tersi ile çürümeye yüz tutmuş çam kütük veya köklerine vurularak ses yöntemi ile sert kısımlar tespit edilir. Daha sonra çürük kısımlar balta ile sıyrılarak sert kısmına ulaşılır. Sert bölümden küçük bir parça alınarak reçine oranına bakılır. Kırmızımsı renkte ise çıra kaliteli demektir. Biçki veya balta yardımı ile kesilerek çıkarılan çıra kısmı küçük parçalara ayrılarak bir süre kurumaya bırakılır. Daha sonra günlük tüketimde kullanılır. Eğer bulunan çıra, açık san veya odun renginde ise o çıra kalitesiz demektir. Bu tür çıranın tutuşması oldukça zor olduğundan pek tercih edilmez.
Yaylacının günlük işlerinin başında, sağılan sütü değerlendirmek gelir. Bunun için elde edilen kaymak, kaymak kadellerinde biriktirilir. Diğer taraftan peynir kazanında toplanan kaymağı alınmış süt, belli bir kıvama geldiğinde peynir yapılır. Peynir suyu (şerat) kaynatılarak tülbentten yapılmış minci torbalarına dökülerek süzdürülür. Bu şekilde elde edilen peynir ve minci tuzlandıktan sonra peynir ve minci kadellerine konur.
Kaymak kadeli dolunca yayık yapma zamanı gelmiş demektir. Oldukça zor bir iş olan yayık vurma işi için yaylacı, diğer komşularını yardıma çağırır. Genellikle her yaylada ortak olarak kullanılan bir veya iki yayık bulunur. Yayık vurma zamanlan eğlence ve şenlik için de bir zemin oluşturur. Atma türkülerle şenlenen yayık evinde elde edilen yağ, yıkanıp tuzlandıktan sonra yağ kadellerine basılır. O gün için hazırlanan yemekler yenir ve daha sonra herkes dağılır.
Sığırların engebeli ve dik yamaçlardan ve taşkın derelerden korunması için yaylacılarla birlikte bir de yardımcı bulunur. Sığırlar ikindiden sonra yayımdan toplanarak eve getirilir ve ahırlara bağlanır. Sisli havalarda sığırların yerini tespit etmede bir kolaylık sağlamak için boyunlarına orta büyüklükte çıngırak takılır. Çıngırak takma adeti aynı zamanda kurt gibi yabani hayvanları ürkütmeye de yöneliktir. Bazen sığırlardan bir kısmı eve dönmeyebilir. Özellikle sisli havalarda yeri tespit edilemeyen bu hayvanların ayağının taşa sıkıştığı, yamaçtan yuvarlandığı, ayı veya kurt tarafından parçalandığı ya da cinlerin kendisini bağladığı gibi ihtimaller düşünülür. Sığın bulmak için toplanan kişiler ellerinde fenerlerle gece yayımları dolaşarak kaybolan sığınn ismiyle bağırıp etrafı araştırırlar.
O gece bulunamazsa ertesi sabah sığır sahibi kendi hayvanını araştırmaya devam eder. Güz mevsimine yaklaşırken otların sararmaya başlaması ile otlak alanlann gittikçe azalması karşısında, sığırlar doymak için daha çok dolaşmak zorunda kaldıklanndan eve dönmeleri gecikir. Yorgun kalıp karnını geç doyuran hayvan bazen kırlarda yatabilmektedir. Onun için güz mevsimi yaklaşırken yaylacılar hayvanları toplayıp getirmede daha dikkatli davranırlar. Bununla birlikte gece sığır arama işinde bir artış gözlenir. Guruplar halinde elde fenerlerle bağınp çağırarak gece sığır aramaya çıkmak, yayla hayatının renkli kesitlerinden birisidir.
Yayımdan dönen sığırlar ahıra bağlandıktan bir müddet sonra sağılır. Hayvanlar sağılırken önlerine tuz veya kepek konur, bunlan yalarken sütü sağılır. Süt genellikle "Ketoğ" denilen ortası dar kaplara ya da kovanın içine sağılıp buradan gaz yağı tenekelerinin içerisinde biriktirilir. Sağım işi bitince eve getirilen süt, kaymağı alındıktan sonra peynir kazanında biriktirilir. Eskiden sütün kaymağını almak için süt teknesi veya kaymak teknesi denilen tek parça halinde ağaçtan yapılmış ortası delik leğenler kullanılırdı. Günümüzde bunun yerini tamamen süt makineleri almıştır.
Otlar azalmaya başlayınca, otlak alanlann bir bölümü geçici bir süre hay-vanlann girmesine yasaklanırdı. Yaylacıların ortak karan ile alınan ve 20-30 gün süren bu yasaklama adetine "Koru" denilirdi. Korunun sona erdiği, bir gün önceden her eve duyurulur, ertesi sabah bütün yaylacılar hayvanlannı, koni süresince biraz daha yeşeren bu otlağa götürürdü. Buna da "Koru Bozmak" denirdi.
Korunun bozulması yaylacılara endişe ile kanşık bir heyecan verirdi. Çünkü korunun bozulması, yayladaki sığırların tek bir alanda toplanmasına sebep olduğundan bu durum, özellikle hayvanların birbirleriyle kapışması (Mahalli tabirle çatmaları) ve yamaçlarda gezerken ayaklarına takılan taşlan yuvarlamaları yönünden tehlikeli bir ortam oluşturmaktaydı. Bunun için, yaylacılar korunun bozulduğu gün daha bir dikkatli olurlar, sığırlanyla birlikte yayıma giderlerdi.
Özellikle boğaların daha saldırgan ve hareketli bir yapıda olmaları ve iki boğanın kapışmasının (çatışmasının) çok daha uzun ve şiddetli olması nedeniyle, kapışmanın dik ve engebeli arazide olması, birisinin yuvarlanıp ölmesine neden olabilirdi. Bu bakımdan, yaylacılar korunun bozulduğu gün ellerinde sopalarla pür dikkat kesilir, bu durum bir kaç gün devam ederdi. Günümüzde yaylaya çıkan hayvan sayısı iyice azaldığından koru adeti de kalkmış bulunmaktadır.
Toplanan günlük gübrenin çayırlıklara serpilmesi daha çok yaylada otların yeni yeni uzamaya başladığı Haziran ayında yapılmaktadır. Otlar belli bir boya ulaşınca otlan ezmemek için gübre, çayırlığa götürülmeyip ahır önünde biriktirilir. Kenanndan ırmak veya dere akan yaylalarda biriken gübreyi gidermek için eskiden şöyle bir yöntem uygulanırdı:
Irmak veya dereden yaylanın üzerine doğru bir ark açılır, bu ark bütün evlerin ahır kapısından dolaştırılırdı. Daha sonra arka su bağlanır, arka dolan su sırayla her eve yönlendirilerek evin önündeki gübre akıtılırdı. Dereye kansan gübre bir anda suyu bulandınr, alabalık avlamak isteyenler için de iyi bir ortam oluştururdu. Gübrenin suya verildiği zamanlarda, bir tarafta ellerinde küreklerle gübreyi suya vermeye çalışanlarla diğer tarafta ellerinde serpme ile balık avlayanlar tam bir bütünlük arz ederdi. Hane sayısı az ve konumu müsait yaylalarda görülen bu adet de günümüzde terk edilmiş gibidir.
Ot biçimi zamanlan, yayla hayatının en hareketli dönemleridir. Her yayla evinin yakınında veya bitişiğinde etrafı taş duvarlarla çevrili çayırlığı bulunur. Yaz başında yaylaya çıkıldığında elde edilen günlük gübrenin bir kısmı bu çayırlıklara serpilir. Dere ve ırmak yakınında olan çayırlıklara ark açılarak su getirilir ve ana ark çayırlık içerisine çok sayıda ince kollara ayrılarak çayırlığın tamamına su ulaştanlmaya çalışılır. Bu sayede daha fazla ot alınması temin edilir. Dere ve ırmaklardan arklar açılarak çayırlıklara su getirme âdetine "Su bağlamak " denir.
Temmuz ayının sonlanna doğru otlar iyice büyüyünce çayırlığa verilen su kesilir. Çünkü suyun devamlı akması otu çürütebilir ve biçmeyi zorlaştırabilir.
Yayla
Ağustos ayına girtldiğinde otlar biçilecek seviyeye gelmiş olur. Ot biçimi için güneşli günler tercih edilir. Aksi halde biçilen otlar kurutulamadığı için çürüyüp heba olabilir. Çayırlıklann düzgün olan kısımları tırpanla (kerendi), taşlık ve çok dar olan alanlan ise orakla biçilir. Genellikle tırpanla ot biçme işini erkekler, orakla ot biçme işini ise kadınlar yaparlar. Ot biçme zamanı geldiğinde köyden bir kaç kişi ot biçmek üzere yaylaya çıkarlar.
Yayla nüfusu bu aylarda birden bire bir artış gösterir. Yayladaki sükunetin yerini bir anda hareketli bir ortam alır. Ot biçimi zamanı, insanlan yağmura karşı bir yanşa sokar adeta. Biçilen otlar serilerek güneşte kurumaya bırakılır. Kuruyan otlar "Gelberi" denilen ağaçtan yapılmış dişli bir aletle kümeler halinde bir araya getirilir. Küme halindeki kuru ot el yardımı ile sarılarak "Gu-vel" ya da "Sarma" denilen daha küçük demetlere ayrılıp evlerdeki ya da evin bitişiğinde inşa edilen ot depolarına taşınır. 5-6 güvel ot bir yük ot olarak nitelendirilir.
Bir çayırlığın ot verimi yük hesabı ile yapılır (15 yüklük, 20 yüklük çayırlık... gibi). Gündüz ot biçerek yorulan yaylacılar akşam bir evde toplanarak tulum eşliğinde horon oynayarak ve atma türkü (mahalli tabirle çatma türkü de denir) söyleyerek eğlenirler. Bu iş için yaylacılardan birisi evinin bir bölümünü veya evine bitişik olarak inşa ettirdiği kapalı bir alanı tahsis eder. Ancak eğlence yerine girmek ücrete tabidir ve hane sahibi eğlenceye gelenlerden belli bir ücret alır. Bu eğlencelere ot biçimi şenlikleri de denilmektedir.
Ot biçme işini bitirenler tekrar geriye köye dönerler. Bir süre sonra yayla yine eski sükunetine avdet eder. Biçilip depolanan kuru ot, yaz başı ve güz dönemlerinde havaların soğuk ve yağışlı gitmesi ya da otların azalması halinde ek yiyecek olarak hayvanlara verilir.
"Güz Köçi" diye adlandırılan yayla dönüşü Eylül ayının ilk haftalarına rastlar. Otların sararması ve havaların soğuması ile birlikte yaylacılar tekrar mezra veya köylere inerler.
0 Responses