“Yitirilen Değerler” yazı dizisini hazırlayan Hasan EŞME hocamıza sonsuz teşekkürler… www.nuhkasabasi.com | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–46: KOVA OTU ŞAPKASI Kara hasırlık, kız sazı, samar, gındıra, kofa, hasırotu, kovalık adlarıyla 30–70 cm boyunda, çok yıllık bitkidir. Kümeler halinde gelişen kova otları silindirik ve sivri uçlu, içi boş veya yumuşak süngerimsi özle kaplıdır. Bataklıklarda ve sulu yerlerde 800–1830 m’ler arasında yayılış gösterir. Uçlarının dikensi özelliğinden hayvanlar yemez. Bu yüzden sürekli su olan yerlerin eteklerinde sürekli bulabilirsiniz. Öküz veya beygir güderken, büyüklerle birlikte köyde başkalarına zarar vermesin diye tarlaya götürülünce eğlencemiz olan bitkidir. Biz onu en çok şapka yapımında tanıdık ve sevdik. Bu işlerde bizden yaşça büyüklerin göstermesi ve yardımlarıyla şapka örümünü bitiripte başımıza geçirdiğimizde duyduğumuz sevinci bu günün çocukları en güzel bilgisayar oyununda duymuyordur. Bu otlar küme içinde ayrı ayrı boy verdiklerinden en uzunları yeteri kadar tek tek yolarak koparılıp hazırlanır. Giyecek kişinin kafasının büyüklüğüne göre önce sıkıca çemberi örülür. Kök kısımları bu çemberin içinden geçirilince örme yoluyla veya düğümleme yoluyla tutturulur. Bu işlem bitince boyu zevke göre ayarlanarak yukarıda uçlar aynı otla bağlanır. Görüntüyü bozan fazla uçlar bıçakla kesilir. Hazır duruma gelmiş şapkamızı artık kafamıza geçirebiliriz. Arazide olmanın en büyük mutluluğu gibi eğer köye az erken dönüyorsak arkadaşlarımıza caka satmaya bayılırdık. Arkadaşlarımızdan daha sonraki gidişlerde yerine getirilmek üzere ısmarışlar(sipariş) almak sevindirirdi.
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–45: MENEVŞE(menekşe) TOPLAMAMenekşegiller familyasındaki Viola cinsinden 500 kadar, bir-iki ya da çok yıllık dayanıklı bitki türünün adı menevşedir. Diğer adları: Menekşe, menemşe, benevşedir. Bu türlerden 20 kadarı ülkemizde yetişmektedir. Doğada özellikle nemli yerlerdeki ağaç altlarında, ormanlık alanlarda ve taşların güney taraflarında kendiliğinden yetişen, güzel kokusu olan ve 10–15 cm. kadar boylanabilen, çok yıllık bir bitkidir. Bitki, bu güzel kokusunu, ancak koparıldığı zaman çevresine yayar. Kalp biçiminde koyu yeşil yaprakları; kış sonu ile ilkbaharda açan mor ya da seyrek olarak beyaz taçyapraklı çiçekleri; açık sarımsı kahverengi, minik, sert ve yuvarlak tohumları ve gene sarımsı kahverengi rizomu (kök gövdesi) vardır. Bitki, tohumlarıyla ya da rizomundan uzayıp toprağa yapışarak yeni bitki oluşturan kök saçaklarıyla çoğalır. Kokulu menekşe saponin, mentil salisilat, alkaloitler, flavonitler ve uçucu yağ içerir. Kasabamızda piknik alanının bittiği yerden çay boyunca Leylek Söğüdü’ne kadar olan bölümde, Yumrukaya Çayı’nın bazı yerlerinde ve Akbayrak’tan Asaraltı’na kadar olan kesimlerde kayaların güney yönlerinde ilkbaharın ilk dönemlerinde kendini gösterir. Yeşil yapraklar içindeki mor çiçekleriyle güzelliğine güzellik katar. Bizim çocukluğumuzda nişanlı kızlar yavıklılarına menevşe demeti yollardı. Böyle zamanlarda biz çocuklar önemli görev üstlenirdik.5–6 çocuk güle oynaya arada kavga ederek menevşe toplamaya gider, topladığımız menevşeleri yımırta, peynir vb. yiyecek karşılığında yavıklısı olan kızlara verirdik. Kızlar menevşeleri güzelce demet yapıp ortasına da sarıçiğdem çiçeği yerleştirerek yavıklısına yollarlardı. Bu demetler belirli bir süre elde tutularak ve koklanarak (özellikle yavıklının göreceği yerlerden geçilirken) gezilir. Daha sonra ceketin sol üstteki küçük cebine herkesin görebileceği biçimde yerleştirilirdi. Geçen yıllarla birlikte bu toplama-demetleme-yollama işleri de yitti gitti. İçinde menevşe geçen türkülerle birlikte bu güzel geçmişi anlatmakla önemli bir görevi yerine getirdiğimi sanıyorum. ÇİÇEKLER İÇİNDE MENEVŞE BAŞTIR/Sadık Taşucu-Mersin. Silifke Çiçekler içinde menevşe baştır. Güzeli gösteren göz ile kaştır. Gurbete gidiyom mektup ulaştır Mektup ile konuşalım bir zaman. Sarıçiçek mor menevşe zamanı, Henüz gelmiş sarılmanın zamanı. Çıkar balam goynundaki gümanı,. Korkma balam korkma seni yemezler. Menevşe goymuşlar gülün adını, adını, Allar geymiş ne yakışır Ayşe’ye Ayşe’ye, GÜL MENEVŞE SENDEN ALMIŞ KOKUYU/Sivas Tokuş Köyü Gül Menekşe Senden Almış Kokuyu, Seninle Açarmış Dal Yarim Yarim. Baharda Ayrılık Gurbetin Huyu, Yaş Olup Gözlerimde Dol Yarim Yarim. Menevşe buldum derede, Sordum evleri nerede, Üçbeş güzel bir arada. … Menevşesi tutam tutam, Arasına güller katam, Nice gurbet elde yatam. … Menevşe kokulu yarim, Kime arzedeyim halim, Elimden aldılar yarim.
MENEVŞE/Karacaoğlan Yaz gelir de heveslenir bitersin Senin meskenindir kayalar sengi Bakmaz mısın Karac’oğlan halına Yazımızı bir menevşe öyküsüyle bitirelim. Menevşe; her gün yakınıyormuş yanında ki, diğer çiçeklere: —Benim boyum neden kısa. —Oysa ben güzelim. —Benim neyim eksik, Diye ve başlamış dua’ya. Benim boyum da uzasın diye. Dua bu kabul olmuş ve boyu uzamış menevşenin. Bir gün bir yel esmiş ki, yel değil afet. Çiçek yıkan, ağaç söken cinsinden. Menevşe yer ile yeksan(düz, bir, aynı düzeyde, eşit)… Ve son sözlerini söylerken diğer çiçeklere: — Ben ölüyorum. Diye inlemiş. Diğer çiçekler: — Anladın mı? Demiş. — Boyun kısa olsaydı etkilemezdi bu rüzgar seni. — Gözün yüksekler de olmazsa yaşar giderdin… İşte menevşenin büyüklük sevdasının sonu dostlar… 26.04.2008
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–44: ÇİĞDEM KAZMA Uzun ve sıkıcı kış günleri bitipte baharla birlikte sarı sarı, beyaz beyaz çiğdemler çıkardı ki insanın içi hep ümit dolardı. Doğada ender bulunan bu çiçeğin hem yumrularını, hem de yapraklarını yiyorduk. Çünkü çiğdemin, idrar söktürücü, kabızlığı giderici özelliğini de belki büyüklerimiz bildiğinden yememize ses çıkarmazlardı. Kısacası çiğdem bizim için değerli bir çiçekti. Küme küme çocuklar meşeden veya davşınaktan(pinar çalısı=ahurcuk) yapılan deynekleri akşam olmadan hazırlardık. Sabah erken saatlerde kafadar arkadaş kümesiyle anlaşarak köyün uzak yerlerindeki Akbayrak, Gökseki üstleri, Armıtçıl Özü gibi yerlere çiğdem kazmak için giderdik. Kayış yerine yular eskisi iplerden bellerimize sıkıca bağlayıp elinde çiğdem deyneği cenge giden asker gibi yola çıkardık. Ekmek ve kuru soğanlardan azıklar hazırlanır, ellerimizde ısırarak veya çapıttan dikilmiş torbaya konup omzumuza asılarak yola çıkardık. Ayaklarımız çıplak veya çorapsız lastik ayakkabı içinde olurdu. O zaman örme yün çoraplar olduğundan koyunu olmayan evlerin çocuklarına çorap giyme sırası gelmezdi. İlkokula başlayıncaya kadar fistanla gezer yürürdük. Ceket, kazak pek tanımadığımız giyecek çeşitleriydi. Bu yüzden dayanıksız çocuklar olarak çabuk hastalık kapar, bademcikleri düşmüş, ısıtma tutmuş, keçeleşmiş, geğirleri(eğirleri) batmış, guluç durmuş vb. adlarla anılan üst solunum yolu hastalıklarından yataklara düşerdik. Kocakarı ilaçları ve yerel tedavi yöntemleriyle genelde beygir gübresine gömülerek, gır çayı içirilerek, mancar bekmezi yedirilerek, üzerlik tüttürülerek, boğazına et sarılarak, deriye çekilerek iyi edilmeye çalışılırdık. Ellerinde çiğdem deyneği olan beş arkadaş buluşup gâvur ininin arkasından giderek yukarılara çıkmaya başladık. Yürüdüğümüz yerler boyunca her yer alabildiğince çiğdem doluydu. Altın gibi sarı, kar gibi beyazlık, yeşilin değişik tonları, lacivert renkler göz kamaştırıyordu. Çiğdemlere doğru koşmaya başladık. Biz beyaz çiğdemleri kazardık çoğunlukla. Onların kökündeki yumrular daha iri ve tatlıydı. Sarı çiğdemlerin çiçeklerini öteki çiçeklerin arasına süs olsun diye kazardık. Bir.. iki.. üç.. ve çiğdem çıkar. — Tüh le.. gırçıldı yav. Çiğdem bağlarının bir kısmını ellerine bir kısmını ceplerine çiçekleri dışta kalacak şekilde koydular. Buz gibi ama oksijen dolu tertemiz kır havasında açık arazide gezerek geleceğin beceri ve dayanıklılığını kazanırdık. Ellerimizde deynek, ceplerimizde çiğdemlerle zafer kazanmış askerler gibi yoldan geçerdik. Sanki herkes bize bakıyordu. Evlerimize giderdik. Çiğdem kazma gezileri sabahtan ikindiye kadar sürerdi. Köye dönüldüğünde küçük kardeşlerimiz veya küçük komşu çocukları çiğdem çiğdem diyerek yanımıza koşuşurlardı. Ceplerden, torbamızdan veya fistanın eteğine doldurduğumuz çiğdemleri ortaya atardık. Onlar da paylaşmaya çalışırlardı. Çiğdemimiz az olursa onlara nazlanarak verirdik bu sırada aslında onlar sarı, beyaz, lacivert çiçekli çiğdemleri değil, küçük yüreklerindeki bembeyaz sevgilerini paylaşıyorlardı. İşte biz çocukları gelecekteki yaşama hazırlayan etkinliklerden biri. Çocukluğu kasabada geçenler bu durumu çok iyi bilirler sanırım. | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–43: CAN YANDI Ferfine, gezek gibi yemek yeme, eğlenme ve oyunların sunularak | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–42: GEZEK Uzun kış gecelerinin olmazsa olmazlarından biriydi. Adını gezmek eyleminden almıştır. Gezek sıralaması için kura çekilir. Kura işleminde de kibrit çöpü kullanılır. En kısa çeken gezeği üslenen kişidir. Gezek için belirlenen yemek çeşitleri hazırlanır. Bunlar gezeği üslenmiş olan kişinin durumuna ve gezeğe katılanların isteğine göre değişiklik gösterebilir. Arabaşı, et ve arabaşının yutulması için acılı et suyu, tatlı türü(kara havla, haşhaş havlası, tez bişti, ekmek | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–41: FERFİNE Kaynaklarda ferfinenin sözlük anlamına ulaşamadık. Halk kültürümüzde genel olarak geçmişten günümüze gelen belirli bir nedene dayanmadan ortaklaşa, uzun kış gecelerinde yapılan, harcamalardan her kişiye eşit düşen hisseli yemekli toplantılardır. Uzun kış gecelerinde, dost, komşu, ahbaplarla akrabaların birlikte, kendi aralarında o güne has hazırlanan her türlü yemeklerin yenilerek gecenin geç saatlerine kadar sürdürdükleri erkeklerin yaptığı bu eğlenceye ferfine denilir. Ferfine köylerde çok yapılan gelenek ve hoşgörüye, sevgiye dayanan bir görgü kuralıdır. Ferfinede bir amaç da eğlenirken köy içi ve köyler arası birlik ve bütünlüğün sağlanması, köyde yapılabilecek çalışmalar için birlik oluşturulmasıdır. Yurdumuzun çeşitli yörelerinde ferfene, felfele, ferfana, ferfane, ferlere, harfana ve herfene gibi adlarla yapılan uygulamalar da genelde ferfineden ayrı uygulamalar olmayıp geleneğin çeşitlerini oluşturmaktadır. Bu etkinliklerde halk kültürümüzün en önemli özelliklerinden olan yardımlaşma, ortak hareket etme ve iyi komşuluk ilişkileri gibi çalışmaları bir arada görmek olasıdır. Ferfine, işlerin azaldığı, Kasım ayının sonlarında başlar, Mart ayına kadar sürer. Gece geç vakitlere kadar oturup konuşan arkadaşlardan biri bir görüş atar ortaya… Der ki, “Arkadaşlar, gelin bir ferfine yapalım.” Köyde bulunan 20’ye yakın odadan hoşgörüsü fazla olan veya küme içinde sahiplerinden odalar ferfinenin yapıldığı başlıca yerlerdir. Bu konuda odalar arasında tatlı yarışlar olup, bir odada ferfine yapıldığı duyulduğu zaman, muhakkak diğer odalarda yapmaya çalışır. Çünkü onlar için ferfine demek kafadarların uygun bir yerde ( genelde mahalle odalarında ) bir araya gelmesi ve burada sabahlara kadar seviyeli eğlencelerin yapılması; yüzük, aşık(kemik) oyunlarının oynanmasıdır. Yemeklerin yenmesi, güzel olan şeylerin konuşulması anlamına gelir. Ferfine sırasında oynanan oyunların amacı eğlenceli bir gece geçirmektir. Ferfineye katılanlar yatsıdan sonra bir odaya toplanırlar. Selamlaşır, hal hatır sorar, ailelerde ve çevrede yaşanan güncel olayları konuşurlar. Kimin kızı kimin oğluyla nişanlanmış. Kimlerin gurbetten mektubu gelmiş köye nereden konuk gelmiş. Hatta kimin ineği bızılamış(buzağılamak) haberleri geçilirdi. Bazı yörelerde ise ferfineye yalnız evli olmayan delikanlılar katılır. Gecenin ilerleyen saatlerinde odalar dağılır. Mahalle tam gecenin karanlığına gömüldü, gömülecek diye düşünürken birden bire bir hareketlenme olur. Tatlı bir koşuşturmaca başlardı. Gece tam bitmeden oda sakinleri her zamankinden biraz daha erken kalkar ve genelde de hep birlikte odadan çıkarlardı. Sen zannedersin ki sanki hepsinin de aynı anda uykusu geldi. Ama işin aslı ferfine yapacak olanlara alan açmaktı. Onlara odayı bırakmak için her zamankinden erken dağılırlardı. Zaten onlar çok iyi biliyorlardı ki hem odanın içinde hem de dışarıda onların odayı terk etmelerini bekleyenler var. Onlar odayı terk ettikten sonra odanın içinde kalanlar odayı yeni konuklarına hazırlarken, odanın dışındaki gözcü ise ferfineye katılacak olan diğer konuklara çoktan haberi uçurmuş olurdu. Kara havla, haşhaş havlası yapılır veya kadayıf(ekmek veya tel) olurdu. Akşamüzeri evlerde; tavuklar pişirilirdi. Arabaşı (un kaynatılarak belli kıvama getirilir soğutulup dilim dilim kesilir ortası açılıp bol acı biberli sıcak et suyuyla) dökülür. Ferfine etinin piştiği tencerede, tencere hakkı olarak o evdekiler için bir miktar et bırakılır ve onun parası alınmaz. Odadaki sobada yanmış meşe odunlarının közleri(kor) sobanın altından başlayıp önündeki çukur küllüğe çıkarılıp üstüne maşa uzatılır. Üzerine dilimlenmiş ev ekmekleri konarak kızartılır. Üzerine sadeyağı(tereyağı) sürülür. Kelik kelik(büyük peynir kalıbı) peynirlerde dilimlenir. Yanına kuru soğan kesilir. Arada kuru soğanlar küle gömülüp pişirildikten sonra sıfraya gelir. Şenlik havası içinde güle oynaya yenir. Su bir yandan sobanın üstünde veya gaz ocağının üstünde kaynar, arabaşının ortasındaki acılı et suyu azaldıkça ve soğudukça üzerine eklenirdi. Daha sonra genel isteğe bağlı oyunlara geçilirdi. Oyunlarda yapılan muziplik ve şakaların duygu ve anıları yıllarca belleklerde yaşardı. Bunun aslı birlik, bütünlük ve bir tür sevgi, saygı dayanışmasıdır. Oyunlar; bilgi yarışmaları, cezalı oyunlar, becerilerin sergilenmesi şeklinde kümelendirilebilir. Ustalık ve beceri oyunları bireysel ya da kümeler arasında yarışmalar şeklinde olabilmektedir. Yine müzik aleti çalabilenlerle uzun hava ve oyun havalarını özellikle güzel söyleyebilenler (maniler, türküler, taşlamalar) ferfineye renk katarlar. Bilinen oyunların dışında kişilerin kendilerinin bulup uyguladıkları oyunlar da ilgi ile izlenmekte, bunlardan beğenilenler o köyde her ferfinede yinelenmektedir. Bazen gençlik yıllarında oynadıkları oyunları konukların ve oradakilerin yoğun isteği üzerine oynayan yetmiş seksen yaşındaki eski tüfek amcalar hala o günlerin coşkusunu sergilemektedir. Genelde her oyunun sonunda bir ceza uygulaması (örneğin yenikleri kağnıya koşup üzerine yenenlerin binerek kağnıyı köyün bir başından diğer başına çektirmesi) vardır. Genellikle oyunlarda en çok ceza alarak dayak yiyenler oyuna ilk kez katılanlardır. Şakayla karışık uygulanan dayak hiçbir zaman şakanın ötesine geçmez. “Cız” oyunu bunun en güzel örneklerinden birisidir. Hangi oyun olursa olsun Türk insanının yaratıcılığı, saflığı ve kurnazlığı burada da kendini göstermektedir. Yeni bir oyun sergilemek isteyen bunu izin alarak sergileyebilir. Coşku doruğa çıktığında yöreye ait türküler söylenip soba maşası çalınmasıyla kaşık oyunları oynanırdı. Oyunlar beğenilirse ödüllendirilir, beğenilmezse cezalandırılırdı. Gösterdiği değişikliklerde yörelerin özelliklerini gösterir. O zamanki insanlarımız konuğun önemini bizden çok daha iyi biliyorlar. Bunun için mahalle odaları yapmışlar ve onların oturma, ısınma, yeme, yatma gereksinimlerini karşılamaya çaba göstermişler. Odalarda yakılan meşe odunları köy korusundan, kömür, tüp(eskiden gaz yağı),elektrik ödemesi giderleri ortaklaşa karşılanır. Odaya sürekli çıkanlarla odayla yakından ilgilenenlerin birer göz dolavı(dolap) bulunur. Dolavında çayı, kahvesi, şekeri, çerez türü çeşitli yiyecekleri hazır dururdu. Sofra bezleri serildikten sonra tahtadan durağan ayaklı olarak yapılmış sıfra( yer sofrası) kurulurdu. Yemek, konuşma ve oyunlar yoluyla bu gelenek tüm kırgınlıkların ferfine odasında unutulmasına neden olduğundan birlik ve bütünlük, kardeşlik duyguları güçlenmektedir. Aynı duygular komşu köylerden gelenler aracılığıyla köyler arasında da yayılmaktadır. Elektrik ışığı olmadığından sokağa çıkınca ve eve gidip gelirken fenerle (bir çeşit gaz lambası) yapılırdı. Ferfineciler odanın anahtarını odanın sahiplerinden istediklerinde hemen verilirken zaman geçtikçe anahtarlar verilmemeye veya vermemek için bin bir dereden su getirilmeye başlanmıştı. Belli ki odanın sakinleri gençleri kırmadan reddetmek istemekteydiler. Nedeni ise aslında çok açık. Ferfine yapacağız diye toplanılıp ferfinenin özüne uymayan davranışlara girişilmesi, odada içki içilmesi ve sonucunda yaşanan tatsızlıklar, kirletilen odanın ve odadaki kullanılan eşyaların temizliğinin yapılmadan bırakılıp gidilmesi oda sakinlerini rahatsız etmiştir. Odada namaz kılındığından dolayı gençlerin bu tür davranışlarından oldukça rahatsız olunmuştur. Böylelikle odaların ışıkları da erkenden söner olmuştur. Bunun yanında gençlerin büyük çoğunluğunun şehirlerde yaşıyor olması, odalar yerine kahvelerde oturmanın seçilmesi bu güzel geleneğinde azalıp geçmişteki değerler içinde yerini alması kaçınılmaz olmuştur. Ferfinenin önemi ve sıra dışılığı şu güzel atasözleriyle ne güzel pekiştirilmiştir: Yarım yumurta ile ferfine olmaz. Yarım ferfineye girilmez. | ||||
YİTİRİLEN DEĞRLER–40: UZUNEŞEK OYUNU İki takımın oynadığı yöneticisi olan bir oyundur. Yönetici genellikle küme içindeki en kilolu kişidir. Yönetici direk olarakta adlandırılır. Uzuneşek direk olmadan oynanamaz. Direk sırtını bir ağaca veya bir duvara dayayıp sağlamca durduktan sonra yüzünü oyunculara doğru çevirir. Eğer yatan takım devrilmemişse ve atlayan takım oyuncularından hiç biri yere değmemişse atlayan takımın ilk atlayanı direğe parmaklarıyla tuttukları sayıyı gösterir. Bu sayı beşten büyük olamaz ve elin birisinin parmaklarıyla gösterilir. Yatan takımın başındaki de düşündüğü sayıyı bağırır ve eğer atlayanların gösterdiğini bilirse, atlayan takım yatar. Yoksa yatanlar yeniden yatar. Hareketli, neşeli, yorucu olan bu oyunlar yoluyla vücudumuzdaki durağan enerji kinetik enerjiye dönüşürdü. Çoğu oyunlarımız acımasızca ve kıran kırana oynanır, bu tarz oyunlarımızda karşı takım oyuncularına eziyet etmekten çok hoşlanırdık. Oyunlarımızda canımızın yandığı kadardan fazla karşımızdaki oyuncuların can acıtmaya uğraşırdık.06.02.2008 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–39: BİRDİRBİR OYUNU
2 kişi ile 8 e kadar kişinin katılımıyla açık havada oynanan oyun türüdür. Oyun oynayacak çocuklar çember yaparak sayışma yoluyla ebeyi seçerler. Oyuncu çok olursa uzun sayışma sonunda: Yelekçi yüzü yere paralel biçimde kafasını saklayarak eğilir. Qyunbaşı önce ellerini sırtına koyup atlarken yaptığı hareket ve söylediği sözler peşinden atlayanlarca yinelenir. Atlamayı yapamayan, yaptıktan sonra düşen, elleri yere değen veya sözleri doğruca söyleyemeyen ebe olarak ebeyle yer değiştirir. Oyunbaşı bütün hareketleri kendisi yapar ve sözleri söyler. Öteki oyuncular aynısını yapmak ve söylemek durumundadırlar. Arka arkaya dizilen oyuncular oyunu oynamaya başlarlar. Oyunbaşı ellerini ebenin sırtına vurarak onu düşürmeden atlarken ”birdirbir” der. Öteki oyuncularda aynı yolu izlerler. Oyunbaşı bu kez atlarken ”ikidir iki, tilkinin .iki biz gibi” der. Oyuncularda aynı şekilde atlarlar ve söylerler. Oyunun sonraki aşamasına geçilir. Buradaki tekerleme ”üçtür üç, amcanın suyunu iç.” diye söylenir. Dördüncü atlayışta ”dörttür dört, dönde .okunu ört.” diye atlarken dönme hareketi sırasında .ötünü vurmadan atlar. Öteki oyuncularda aynı biçimde atlar. Beşlere geçildiğinde ”beştir beş, sen değmeden geç” diyerek atlanır. Ellerin iç kısmından başka yeri değen ebeyle değişir. Altıncıda ”altıdır altı, takga(şapka) yerine gondu” denip eldeki takga sırayla ebenin beline konur. Takga yerine mendilde konulabilir. Sonra ki atlama sırasında ”yedidir yedi, takga yerinden kakdı” denilerek sırta konulan eşya düşürmeden ele alınarak atlama sürer. Artık seçicilik ve beceri isteyen hareketler çoğalır. Sekizinci atlayışta ”sekizim seksek” diye atlayıp tek ayak üzerinde dikilirken öteki oyuncularda atlayışını yapıp tek ayak üzerinde dikilirler. Artık yetki oyunbaşınındır. Gidebildiği kadar tek ayak üzerinde sekmeye başlar. Yüksek yerlerden atlar. Bu bölüm çoğu zaman o kadar uzun sürerki oyun yerinden metrelerce uzaklaşılır. Bu bölümde amaç oyuncuları yorarak bir bakıma dayanıklılıkları ölçmektir. Dinlenme bile oyunbaşı isterse olur. Bu sırada ebe hangi oyuncunun kurala uymadığını oyunbaşına bildirmek zorundadır. Oyuncu kadrosu güçlüyse mahallenin sekerek tur edildiği çok görülür. Oyunun en uzun soluklu ve büyüklerce de zevkle izlenen, izlerken bahse girilen bölümüdür. Dokuzuncu bölümde oyunbaşı atlarken ”dokuzum durak” deyip atladığı yerde kalır. Sırası gelip atlayan oyuncu kendisinden önce atlayan bir oyuncuya değmeden ve kıpırdamadan beklemek zorundadır. Onuncu atlayışta oyunbaşı atlarken “onum orak” diyerek orakla biçip çekme hareketini göstererek öbür yana atlar. Oyunbaşı isterse sırta bir eşya bırakır veya bırakılmış eşyayı alır. Öteki oyuncularda atlama sırasında aynı işi yapmak zorundadır. Onbirinci atlayışta ”onbirim bir yumruk diyerek atlarken ebenin sırtına yumruğunu vurarak atlarlar. Böylece sona eren oyuna yeniden başlanır. Ya tekrar eski çocuk yere yatar veya sayışma yoluyla yere yatacak belirlenir. Bu oyunun diğer bir kuralı da; oyunun neresinde olursa olsun kuralları çiğneyen (atlarken yanlış atlayan, ebenin dediğini yapmayan, düşen vs.) yelekçi sayılır ve yere yatar. | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–38: İLİK OYUNU Çeket, pontur, gapıt, sıkma düğmelerine bizim kasabada ilik dendiğini birçoğumuz bilir. Kendi oyununu ve oyuncağını kendin yarat dönemi olan bizim çocukluğumuzda işte bu düğmeler oyun yaşamında önemli yer tutardı. Evde giyilmeyecek kadar eski urbaların düğmeleri büyüklerin izniyle, çoğu zamanda gizli olarak kesilip biriktirilirdi. Oyun 2 ile 4 kişi arasında oynanır. Duvara çizilen daire içine ilikler vurularak en yakına düşürme sırasına göre oyuna başlama sırası belirlenir.2 ilik arasını ölçmek için karış veya belirli uzunluğu olan ağaç parçası kullanılır. Yuvarlak içine vurulup yere düşen iliğin yanına kararlaştırılan uzunlukta yaklaştıran oyuncu kendisinden önce oynamış çocuğun iliğini ütmüş olur. İlik yerine madeni paranında kullanılarak oynanan oyunda artık geçmişte kalmış ve yaşlı kuşağın belleklerindeki yerini almıştır. 19.01.2008 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–37: AĞAÇ ATA BİNMEK Oyuncakların eğitim sistemimiz içindeki yeri eğitimcilerimiz tarafından tartışıla gelir. Oyuncak hazır mı verilmeli? Çocuk yaratıcılığını ortaya koyarak kendisi mi yapmalı? Ülkenin koşulları veya henüz tüketim toplumu koşulları oluşmadığından olsa gerek. Bizim kuşak ve üstünün hazır oyuncağı hiç olmadı. Evde aile bireylerinin, sokakta çocukları seven amcaların yardımı ve desteğiyle oynayacağımız oyunun gerekleri kendimiz tarafından ortaya konurdu. Söğüt ağacının dalları uzun, dikensiz ve tutmaya elverişli olduğundan at oyununda her zaman ilk sırayı alırdı. Kalın tarafından bir elimizle tutup iki ayak aramıza aldıktan sonra öteki elimize de atı sürecek kamçı yerine kullandığımız söğüt kımçısını alır koşmaya hazır beklerdik. Bizi yarışa sevk edecek bir yaşlı izleyicide varsa. Gücümüz yettiğince koşup atımızla birlikte birinciliği kazanmaya çalışırdık. Arada sırada kazanma-kaybetme yüzünden kavgalarımızda olurdu doğal olarak. 07.01.2008 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–36: ARADAN ÇIKANA BEŞ PARMAK(İTTİRMEÇ) Güz mevsimiyle birlikte işler azalır gibi olurdu. Ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Sokak oyunlarının en kalabalık olanları ve çeşitleri bu dönemde olurdu. Mevsim gereği de yağmur çok yağardı. Oyunlar sırasında yağmur başladı mı belki çabuk kesilir diye pardıların altına sıralanırdık. Yağmur uzayacak gibi olursa yavaştan hareketlenme başlar. Herkes sağındakini-solundakini vücuduyla itmeye başlardı. İşte bu yeniş bir oyunun başlangıcıydı. Mahallenin tüm çocukları saklanmaya çalışıyor ama yer yetmiyor kimi açıkta kimi tam korunamıyor. Yan başlardan içlere doğru vücut hareketleriyle itme başlar canı acıyıp dayanamayan aradan çıkarak uçlara yeniden sıraya girerdi. İtme sırasındaki acıya dayanamayan veya ardan çıkmayı gururuna yediremeyen kişilerin üzerine gidilerek alnından çenesine doğru açık elle sıvazlanarak aradan çıkana beş parmak denirdi. Bu biz çocuklara aşağılanma duygusu gibi gelir aradan çıksak bile ağlamadan yeniden sıramıza geçerdik. Büyüdükçe bu sözü yakınımızdan ve uzağımızdan daha çok duyar olduk. Düzensiz harcamalarla veya çalışmayarak kendisini ya da ailesini zor durumda bırakan kişilerin işleri olumsuzluk gereği bozulduğunda yarı kızgınlık yarı acıma ile aradan çıkana beş parmak bir deyim olarak bizimle yaşar oldu.01.01.2008 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–35: SALINGAÇ KURMA Zaman zaman yine yapılmasına karşın artık unutulmaya yüz tutmaya başlayan bir eğlence türüdür. Genellikle dambaşılı avlusu bulunan evlerin kirişlerine urganların iki ucundan bağlanarak urganın aşağı gelen bölümüne minderle oturulacak yer yapılmasıyla oluşur. Bu iş yeni nişanlanmış gelin kızları eğlendirmek ve akrabalarıyla kaynaştırmak için düzenlenir. Daha kısa bir urgan parçasıyla arkasından iki kişi tarafından yukarı atılarak sallanan kişinin yeteri kadar hıza ulaşması sağlanır. Orta yaşın üstünde bir kadının eline uzunca bir sopa alarak sallanan geç kıza nişanlıysa “yavıklın kim?” değilse “sevgilinin adı ne-nerede çalışıyor-anasının bubasının adı ne?” gibi sorularla gönlünün kimde olduğunu ayaklarının altına vurarak öğrenmeye çalışırdı. İzleyicilerde kulak kesilerek genç kızdan gelecek her sözcüğü kendilerince değerlendirmeye çalışırlardı. Günümüzde sıradan bir iş görünmesine karşın o dönemde oldukça önemliydi. Şöyle ki yavıklı kız yavıklısının adını, sevgili sevdiğinin adını, gelin ve gelin kız kayınta ve kayınnasının adını yüksek sesle söylemezdi. Söylemişse en büyük ayıp gibi karşılanırdı. Yavıklı kız kazara yavıklısıyla karşılaşacak duruma gelirse karşılaştırmamak için bütün komşu kadınları ve kızları kendilerini birinci derecede görevli sayarlardı. Unutmayın ki uzun yıllar boyunca aynı evde oturdukları gelinin sesini duymadan ölen kayıntalar olduğu konuşmalar sırasında ortaya atılırdı.03.12.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–34: YÜZÜK SAKLAMA Uzun kış gecelerinin vazgeçilmez oyunlarından biriydi. Odalarda toplanılırdı. Bu oyunun en önemli özelliği bir yandan bol seyircili gibi görünmesi, öbür yandan orada bulunanların tümünün oyunun elemanı yani oyuncu olmasıdır. Çünkü oyuncular dışında kalan kişilerde oynayan takımlardan birinin taraftarı olmak zorundadır. Oyuncunun kazandığı ödüle veya cezaya ortak olur. Odanın orta yerine veya büyük sekinin ortasına odada bulunan havlu, ceplerdeki mendiller(yağlık), başlardaki örme takkalar çıkarılır. Oyuna başlayacak ekip belirlenir. Ekip içinde en hızlı ve gizlemesini bilen kişi ortadaki gereçleri eline alıp içine yüzük saklıyormuş gibi yaparak yere koyar. Saklayıcı eline aldığı varlık içine yüzüğü yavaş yavaş saklamaya çalışırsa buna yumurtlatma denilir ki bu davranış hoş karşılanmaz. Bazen daha saklanırken yüzük boşa geliverir ve tık! Sesini topluluk duyar. Bu saklayanın en büyük korkusudur. Yüzük ilk saklanan yerde bulunduğunda kazığa oturtma biçiminde tanımlanır. Saklama işi bitince saklayanlar az arkaya çekilir. Şimdi alan karşı ekibin olmuştur. İlkinde bulmak istiyorlarsa saptadıkları eşya güldeste diye kaldırılır. Orada değilse kalanların hepsi saklayan ekibe ödül yazılır. O yüzden önce boşlar saptanıp kaldırılmaya çalışılır. Doğru bilindiğinde saklama sırası öbür ekibe geçer. Bu işlem ekiplerden birisinin oyunu bitirecek sayıyı bulmasına kadar sürer. Asıl oyun yeni başlayacaktır artık. Çünkü yenen ekip istediği cezayı uygulamakta özgürdür. Cezaya karşı çıkılamaz. Cezalardan önemlileri veya acı çektirenleri: İçki masası kurma, tarla sürgüleme, asker talimi, demiryolu döşeme, kadın kılığına sokup kahve pişirtme… vb. Bu oyunla ilgili çarpıcı ve düşündürücü bir öyküyü kasabamız halkından İbrahim Oruç’tan dinleyelim. Yüzük oyununda verilen cezalar köyden köye duyulur ve anlatırlardı. Komşu kasabada yüzük oyunu bittikten sonra yenilen tarafın ekip başına eşini çağırıp kahve yaptırdıktan sonra dağıtmasını ister. Ortam gerginleşir. Oyun arkadaşları bu cezadan vazgeçmesini isterler. Ama olması için diretir ve dileği yerine getirilir. Bir başka oyunda ise geçen kez yenilen küme yenmiştir. Öbür kümenin başını domuz düzmelerini ister. Domuz düzülür. Toprağı burnuyla kazması ve afıyan(haşhaş) kozalarını yemesi istenir. O bu işlerle uğraşırken karşı ekibin oyuncularıyla konuşma başlar. İreşber (rençper) tarlasında gördüğü domuzu ne der, der? Onlarda vurur derler. Oda tüfeğini ateşleyerek oyuncuyu vurur. Öldürür.İşte acı ama gerçek. Düğünlerde atılan maganda tüfekleri de eğlenelim derken gün geçmiyor ki yaralıyor veya öldürmüyor mu? 03.09.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-33: DOKUZTAŞ OYUNU
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-32: BEŞ TAŞ OYUNU(LAPA)Beş yuvarlanmış taşla oynanır. Kızların çok oynadığı bir oyun türüdür. Üzeri pürüzsüz kaygan çay taşları tercih edilir. Oyuna başlayacak oyuncu sayışmayla saptanır. Eline aldığı beş taşı elini yana çekerek dağıtır. Buna apsa denilir. Bir taşı eline alarak onu havaya atarken ötekini yerden diğerini de düşürmeden alır. Yerdeki taşları bu şekilde düşürmeden alırsa öteki aşamaya geçilir. Birincideki gibi apsa denilerek taşlar yayılır. Elindekini yukarı atarken yerdekileri ikişer ikişer iki defada alır. Üçüncü apsa sonrası üçünü bir defada kalan biri alır.Dördüncü apsada taşın birisini havaya atıp dördünü yere bırakırken attığı taşı tutar. Sonra onlar avucunun içindeyken birisini havaya atıp işaret parmağıyla toz siler gibi yere dokundurduktan sonra, attığı taşı tutar. Beşinci apsada taşların uygun yerine sol elinin başparmağı ile orta parmağını köprü yapar. İşaret parmağını orta parmağın üzerine bindirir. Uygun bir taşı sağ eline alıp onu yukarı atıp aşağıdaki taşlardan birini köprüden sağ el parmaklarıyla dokunarak öbür tarafa geçirip attığı taşı yeniden tutmak zorundadır. Bunu oynarken takılan oyun sırasını arkadaşına verir. Bu aşamaları bitiren oyunu kazanmış olur. 03.07.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-31: ÜÇTAŞ OYUNU
Tebeşir, kiremit kırığı, odun kömürü parçası veya pil kömürü ile yanda görülen şekil düzgün bir yüzeye çizilir. İki kişiyle oyun oynanır. Oyuncular üç tane birbirine benzer araç edinirler. Bu onların oyun taşlarıdır. Kesişme noktalarına birer birer taşlar sırayla konur. Buna taş düşme denir. Taşlar karşılıklı düşülürken üçleme yapılmaz. Düşme işlemi bitince atlamadan bir kesişme noktasından ötekine sıra atlamadan çapraz gitmeden çizgi boyu ileri geri, sağa sola oynanabilir. Taşların üçü de aynı doğru üzerine getirildiğinde üçlenmiş olur. Üçleyen oyunun bu aşamasını kazanmış demektir. Kaç sayıda çıkılacağı konuşulur. Belirlenen sayı kadar kazanan oyununu tümünü kazanmış olur. Oyun yerinin bolluğu ve kısa sürede oynanabilirliğinden dolayı çok sık oynanan oyunların başında gelmektedir. 19.06.2007
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -30: TAŞLAR ÜZERİNDE KINA YAKINMA Kına nedir diye soru yöneltsek pazaryerindeki satıcılarda paketler halinde veya çuval içinde pazarlanan ellere saçlara yakılan süs maddesi diye tanımlarız. Kına, saç, tırnak gibi bölgelerin boyanmasında da etkili maddedir. Yer yer kumaş boyası olarak da kullanılmaktadır. Kınanın kullanıldığı deri üzerinde yarattığı bazı yararlar var. Birincisi derinin üstünü sertleştirir ve de kolay kolay terlemez. İkincisi, kınalı el ya da ayağa dışardan gelen ısıya karşı serinletici bir özellik taşır.Tümümüz biliriz. Kasabamızda irili ufaklı taş ve kaya parçaları çoktur. Bu taşların üzerinde ne vardır diye sorsak birçoğumuz biraz düşündükten sonra kuzey taraflarında yosun vardır diyebiliriz. Başka diye sorduğumuzda özellikle genç kuşak bilmiyorum anlamında ya ağzıyla cık edecektir veya omzunu çekip kaşlarını kaldıracaktır. İşte birçoğumuzun bilemediği bu varlık kınadır. Kasabaya vardığınızda taşların yüzeylerini görerek -bakarak inceleyin bakalım. Bunların üzerinde çok sevdiğimiz iki çeşit kına türü vardır. Birisi açık yeşil tonunda ota benzer taşların üzerinden yolunarak toplanır. Az suyla ıslatılıp avuç içlerimizde yuvarlaya yuvarlaya bunların kına rengi olan açık kırmızı rengi ellerimize geçiririz. Çocukluğumuzda su taşımak için şimdiki gibi çeşitli ve bol kaplar olmadığından ıslatma işini tükürüklerimizle yapardık. Sonunda incelenip en kırmızı olan elin sahibi başarılı seçilir. Seçilenin başarısı çocuklar arasında ayrı bir gurur kaynağı olur. İkinci kına türü taşların üzerinde yapışık olarak adeta resim çizilmiş gibi durur. Bunu yakınmak biraz daha çok emek ister. Taban tarafı düzgün üstü elle rahat tutulacak küçük bir taş parçası bulunur. Kına olan taşın üzerine tükürülüp küçük taş üzerine sürtüle sürtüle kına oradan çıkarılıp avuç içine veya parmakların üstüne konup yakılacak yerlere dağıtılarak kuruması beklenir. Önce yeşile çalan renk kurudukça dökülür ve kırmızı ton görülür. Bunda da çocuklarca inceleme yapılır. En başarılı olan sözle hoşnut edilmeye çalışılırdı. Evlerimize döndüğümüzde arada sözle ödüllendirilir. Çoğu zamanda cezalandırılırdık. Demekti o andaki duruma göre değişen bir işlem oluyordu. Bu çalışmalarda yardımlaşma olayları da çok olurdu. Kına işini bitiren çocuk bir başka arkadaşına yardımcı olmaya çalışırdı. Dostluk şölenine geldiğinizde veya kış mevsimi dışında kasabaya geldiğinizde deneyin isterseniz. Kim bilir? Belki sizde seveceksiniz. 30.05.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -29: PATLANGAÇ Yapıcılık, yaratıcılık, kendine güven ve yarışma duygusu gibi birçok işlevi içinde barındıran oyunlarımızdan biriydi. Zaman içinde annelerin titizliği ya da hazır satılan amerikan çamuru yerini alarak yitiklere karıştı. Bunun için sakız çamuru dediğimiz killi çamur gerekir. Buna en elverişli çamurda koca bahçe dediğimiz şimdi pek ekim-dikim yapılmayan yerde bulunur. Buradan aldığımız çamurları zemini düzgün, güneş gören bir yere götürürdük. Kış sonuyla ilkbahar içinde oynandığından soğuktan korunması gerekir oyuncuların. Çamur yere çarpa çarpa özleştirilir. Sonra güveç tavası biçiminde yapılıp hızlıca ağzı yere gelecek biçimde çarpılır. Pat diye ses çıkarıp üstte bir delik açılır.Açılan deliğin büyüklüğü patlatan kişinin şekil verişine, güzel çevirip kapatarak vurmasına göre değişir. Karşıdaki oyuncu bu deliği çamurla kapatmak zorunda olur. Sonra karşı oyuncu aynı şekilde yapar. Çamuru biten oyuncu arkadaşlarından ödünç çamur alabilir veya oyundan çıkar. Bu oyun bittiği veya usanıldığında çamurlar küçük kartopları biçiminde duvarlara atılıp yapıştırılır veya değişik oyuncaklar yapılıp uygun bir yer bulunabilirse bırakılır. Sonrada çamura bulanmış ellerimizi temizlemek için çeşmelerin aharına koşulurdu. Birden oluğa yönelirsek büyüklerimiz izin vermezlerdi. Hayvanların içeceği sular bulanacak da hayvanlar susuz kalacak diye. Çünkü hayvanların ve insanların su gereksinimleri bu çeşmelerden karşılanıyordu. Uygun yeri, zamanı ve çamuru bulduğunuzda çocuklarınızla bir deneyin isterseniz. Ne kadar mutluluk verdiğini tadacaksınız. 24.05.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -28: BOSTAN DİKME Evcilik oyunu içinde veya bağımsızca oynanabilen bir yaz mevsimi oyunudur. Bostan yurdumuzun birçok yerinde bağ-bahçe anlamında kullanılırken kasabamızda karpuz anlamında kullanılmaktadır. Bu iş için ana malzeme toprak (sokaklar taş döşeli değildi), su bardağı idi. Su bardağı olmadığı zaman pabuçlarla, ağza doldurulan suyun boşaltılmasıyla su taşınırdı. Önce bahçe duvarı toz yığınıyla çevrilir. İçindeki tozlar içeriye koni biçiminde yığıldıktan sonra tepeden dirsek uçlarıyla bastırılarak çukur açılırdı. Bu çukurlar taşmayacak şekilde suyla doldurulur. Suyunu çekince çanak çıkarılır bir köşeye sıralanırdı. Kalan tozlar toparlanır ve bir kişinin dışında herkes çeşmeden su getirmeye koşardı. Kalan kişi gelen suları yapılan bostanları bozmadan tüm bostanı sulamakla yükümlü olurdu. Oyun bitip dinlenildikten sonra yapılanları bozmakta ayrı bir eğlence olurdu Biz küçük işçi oyuncular için. Çocuk gördüğüne göre iş yapar denir ya. İşte çocukları geleceğe hazırlayan bir oyun türü daha. Ancak yitirdiğimiz değerlerin içinde yerini alanlardan. 17.05.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER - 27. DALYA Yedi toprak testi kırığı büyüklüğü birbirine yakın parça, küçük top ve iki kümeden oluşan oyuncularla oynanır. Oyuncular saymaca, tekerleme veya aldım-verdim yöntemiyle kümelere ayrılır. Oyuna başlayacak küme testi kırıklarından birinin üzerine tükürülerek yazı-tura atar gibi saptanır. Dalya taşları dikilip top atılacak yer ortaklaşa belirlenir. Oyuncular üst üste yığılmış taşları vurup yıkmak için topu belirlenen uzaklıktan atarlar. Dalya yıkıldığı an top atan takım dalyayı topla vurulmadan yapmaya, yelen takım ise dalya yapılmadan karşı takımın oyuncularını topla vurmaya çalışır. Dalya yapılırsa aynı oyuncular, yapılmadan vurulurlarsa karşı oyuncular topu atmaya hak kazanır. Beş el dalyayı bulan taraf oyunu kazanmış olur. Oyun başında ne konuşulmuşsa yenilen takım onu yapmak zorundadır. Genellikle yenen takım karşı takımı çiter. Çitmenli yenilenin elini yüzüne ve gözlerine kapatıp yenenin elinin üstüne başparmağıyla yuvarlak yaptığı orta parmağını ileri fırlattırarak vurmasıyla başlar. Vurduktan sonra iki elinin aynı parmaklarını kaldırıp ötekileri kapatır. Gözünü kapatan da aynı parmakları kaldırıncaya kadar çitilmesi sürer. Çitmenli başka zamanlarda da iki kişiyle oynanabilen bir oyundur.10.05.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -26: FITÇI YAPMA VE DÖNDÜRME Sonbahar mevsiminin olmazsa olmaz oyunlarından birisiydi. Nedeni bu mevsimde hızlı esen yellerin sokaklardaki tozu sağa sola savurup sert toprak zeminin ortaya çıkmasıydı. Bazı yıllar yelin esmesi gecikmişse veya yeteri kadar temizlenmiyorsa fıtçı döndürülecek yeri çocukların temizlediği de olurdu. Eski okul duvarının koruma betonları veya önündeki mozaikli bölümde bu iş için en elverişli yerler arasındaydı. Bunun için çam ağacından koni biçiminde fıtçılar yapılırdı. Fıtçıyı büyük çocuklardan bazıları kendisi yapar, bazısı başkalarına yaptırırdı. Her mahallede fıtçı yaptırmak için nazlandığımız veya evdekilerin haberi olmadan yumurta taşıdığımız amcalar olurdu. Kendi elimize uygun değnekler hazırlanıp ucun bir santimetre gerisine açılan kertiklere sicim ya da pamuk ipliği geçirilirdi. Bu ip fıtçının çevresine bitinceye kadar dolandıktan sonra usulca yere konup değnek hızlıca çekilirdi. Dönmeye başlayan fıtçıya değneğimizin ucundaki ip vurularak dönenin hız kazanması ve sürekliliği sağlanırdı. En güzel dönen fıtçının ünü bütün çocuklar arasında bilinirdi. Zaman zaman fıtçı alıp kaçmalar, fıtçı döndürme yerleri veya mahalleyi bölüşememe gibi nedenlerden kavga çıktığı olurdu. 03.05.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -25: ÇAPIT(BEZ)BEBEK YAPMA Kızların evcilik ve dikiş, örgü işlerini geliştirdikleri bir evcilik oyunu türüdür. Gövde taştan, ağaçtan veya çaputlardan olurdu. Zaman zaman annesinden veya evdeki büyüğünden yardım alan kızlar bu bebeklerini giydirir, yıkar, doyurur, uyutur ve ninni söylerlerdi. Tamamına yakını kendi yaratıcılıklarından kaynaklanırdı. Bir bakıma kız çocuklarının geleceğe hazırlanmasının ilk tohumları atılıyordu. Çocuklar kendi yaratıcılıklarının yanında büyüklerinden gördüklerini bu bebekler üzerinde uygulama olanağı yaratıyordu. Mahallenin çocuklarının birlikte oynadıkları evcilik oyunları da gelecekteki yaşamlarının ilk uygulamaları gibiydi. Oyuncaklar kendi emek ürünleri olduğundan çok iyi korunur ve sevilirdi. Şimdiki gibi bozulursa, kırılırsa veya kaybolursa yenisi alınır umudu yoktu. O zaman çocuklukta büyüklük gibi zordu belki. Ancak herkesin kendi ayakları üstünde durmasına yardımcı olduğu yadsınamaz gerçekti. 29.04.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -24: HAYA MAYA Bir kaçma kovalamaca oyununun adıdır. Adını başlangıçta söylenen tekerlemeden almış olsa gerek. “Haya maya, kum kaya. Irakıyı içtik, tarlayı biçtik.” Sözleri eller birbiri üstüne konup yukarı aşağı ritmik sallanırken birlikte söylenir. Söz bitince eller türlü şekillerde tutulup beklenir. Kimin hareketi farklıysa o kenara gelir. Ebelikten kurtulmuştur. Bu işlem sürdürülür. En arkaya kalan ebedir. Oyun yeri belirlenip oyuncular kaçarken ebe onları tutmaya çalışır. Tuttuğu oyuncuyu belirlenen oyun yerine getirir. Bundan sonra hem tuttuğunu korumak, hem de öteki oyunculara dokunmak gerekir. Dıştaki oyuncularda tutulmamak için çabalarken tutulan arkadaşlarını kaçırıp kurtarmak görevini de üstlenmiş olurlar. Böylece bütün oyuncuların tutma işlemi bitirilince ebenin seçeceği birisi yelmeye başlar. Ebe iki kişiden olduğu gibi oyuncular iki kümeye ayrılarak ta oynayabilir bu oyunu. İşte çeviklik, yarışma hırsı, yardımlaşma ve dostluğu içinde barındıran çok yönlü bir oyun.27.04.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-23 : AŞIK OYUNU: Aşık bir çeşit kemiktir (bakınız fotoğraf 1). Aşığın bulunması zordur. Çünkü canlı bir hayvanın kesilmesi ya da ölmesi gerekmektedir. O dönemde küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar ailelerin geçim kaynağı olduğu için kolay kolay kesilmez. Dolayısıyla aşık oyununda kazanan kişinin saygınlığı artmaktadır. Aşık; küçükbaş hayvanların ya da büyükbaş hayvanın arka ayaklarının eklem yerlerinden elde edilir. Bu oyun köyümüzde daha çok kışın oynanmaktadır. Bu oyun için en az iki kişi gereklidir. Daha çok sayıda da olabilir. Atıcı kişi kısa kenarından başparmakla işaret parmağı arasında aşığı tutarak birkaç takla atacak biçimde ileri doğru yuvarlar. Resimdeki gibi yan yatarsa sayı olmaz. Atış sırası yer değiştirir. Aşık oturursa atıcı sayı kazanır ve atışını yan yatıncaya kadar sürdürür. Yenilen kişi arabaşı döktürür. Lokum alır. Şeker fıstık alır. Günün özelliklerine göre belirlenen konular üzerinde yarışılır. Bu güzel oyunumuzda son yılların unutulanları arasında yerini aldı.
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -22: VITGIDİ Oynayan oyuncu sayısı göz önüne alınarak oyuncu başına yarım metre çapında bir yer çizilip büyük yuvarlak içinde oyuncular yerlerini alırdı. O yarım metrelik bölüm oyuncunun emeniydi. Oyunda bir çelik ve her oyuncunun elinde bir değnek bulunurdu. Tıktık veya sayışma yöntemiyle ebe-yelekçi- saptanırdı. Ebe belirlendikten sonra ebe çeliği yanındaki arkadaşının değneğinin üstüne atar oda ileri götürtmek amacıyla olanca gücüyle ortasına vurmaya çalışırdı. Çünkü ne kadar dengeli vurulursa o kadar ileriye giderdi. Yelekçi çeliğe gidip gelinceye kadar onun emeni değneklerle kazılırdı. Değnekle kazılırken yelekçi çeliği birisinin emenine bırakır veya atabilirse yelek ötekine geçerdi. Uzaktan atmanın zararı eğer emene atamazsan çeliğe yeniden vurulup emeninin kazılması sürdürülürdü. O yüzden pek uzaktan atış denenmezdi. Her oyuncu emenini de kontrol edip dururdu. Yelekçiler değişir oyun birisinin emeni diz boyu kazılıncaya kadar sürerdi. Toprağın kolay kazılabilmesi açısından ilkbahar ve sonbahar mevsimleri oyunu denebilir bu oyuna. Emeni en derin kazılan oyuncu emeninin içine dikilip elleri arkadan bağlandıktan sonra çukura gömülür, kolayca kurtulamasın diye çevresi çiğnenerek iyice sıkıştırılırdı. Ön tarafına biraz zorlanarak yetişecek şekilde bir kazık çakılır ve bunu dişleriyle çıkarması istenirdi. O kurtulma çabasındayken öteki oyuncular kaçardı. Çukurdan çıkan yelekçiye oradaki gözcüler yardımcı olarak ellerindeki bağ çözülürdü. Bundan sonraki iş bir oyuncuyu bulup yakalamasıydı. Kısa sürede yakalarsa bu seferde yakalanan oyuncu aynı şekilde gömülürdü. Öteki oyunlara göre daha acımazsız ve işkenceli bir oyundu. O yüzden pek sık oynanmazdı.08.04.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 21: PATLAK Kasabamız Karakaya mevkisinde bir ağaç türü vardır bilir misiniz? Adı patlak ağacı. Bilmiyorum ağaç türleri içinde adı ne diye anılır çevrebilimde? Özü çok yumuşak dışı sert görünümlü bir ağaçtır. Bu ağaçtan kesilip gelen dallar on beş-yirmi santimetre uzunluğunda iki yanı düzgünce kesilir. İçinin yumuşak bölümü uzun demir parçası veya sert olan başka bir ağaçla çıkarılır. İyice temizlenir. Davşınak odunundan boşaltılan patlak ağacının boyundan bir santimetre kadar kısa bölüm patlağın içine girecek biçimde inceltilir. Elimizin ölçüsüne göre tutacak kadar bir bölümüde düzeltilir. Kısaca patlağa giren kısmı deliğin ölçüsünde ince, tutulacak kısmı biraz daha kalın bir düzenek elde edilmiş olur. Sonrada patlağın sıkısı dediğimiz bölümün hazırlığına geçilir. Kendir-keten liflerinden yapılmış urgan veya yular eskisiyle kınnap-sicim dediğimiz ince ipler ellerimizle didilerek lif durumuna getirilir. Bunları ıslatıp yumuşatmak için ağzımıza alır çiğner yere tükürürdük. Çünkü acı bir tat veriyordu dilimize. Bunun bitkisinin uyuşturucu hammaddesi içerdiğini bilmiyorduk ki çocuk aklımızla. Yeteri kadar yumuşadığını düşündüğümüzde ağzımızdan çıkarıp biraz zorlayarak gidecek biçimdeki parça dilinmiş patlağın ucundan içeriye sokulur ve davşınaktan yaptığımız düzenekle içine itilirdi. Öbür deliğe elimiz siper edilerek parçanın yere düşmesi engellenirdi. Bu işlem birçok kez yinelenir ve bu işleme sıkı alıştırması denirdi. Güzel alıştırılan sıkılar hem pat diye güzel ses çıkarır hem de yukarıya daha çok çıkardı. Sıkılarımız kaybolmasın diye ileriye boşluğa doğru tutulmazdı. Sıkı ayarlaması hem uzun zaman alır hem de urgan veya yular parçasını bulmak zor olurdu. Bu sıkıyı yapmak için bozduğumuz urgan veya yuların ceremesini sopa yiyerek ödediğimiz çok olurdu. Büyüklerde haklı. Eline aldığı yuların veya urganın bir-iki teli kaybolmuş hayvanı veya yükü bağlasa ne kadar dayanabileceği kuşku götürür. Bunu yapanda evin çocuğu-çocukları olduğu bilinir. Yeniden olmasın diye sopa çekilir, azarlanır, tembihlenir. O andaki duruma bağlı olarak hafif ya da ağır geçer. Şansınıza ne çıkarsa. Patlak yarışı iki şekilde olur. Ya daha çok ses çıkaran.Ya da daha yukarı fırlayan . Her çocuk kendi patlağının birinci olmasını ister. Bu işte ayrı bir ustalık ister. Çoğu zaman büyüklerden bu konuda yardımda alındığı olurdu. Özünde iş başarma ve bunu en iyi biçimde gösterme olan bu patlak ya da patlangaç olayı çocuğun yapıcılık yaratıcılık yönünün gelişmesine büyük katkıda bulunuyormuş. Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz. İşte uygulanılan ama o gün adı konulamamış bir öğrenme ve öğretim tekniği. 05.04.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -20: ÇELİK Kış mevsimi oyunlarının olmazsa olmaz denilen oyunlarının başında gelir.Üç çeşittir.Yer çeliği,emenli çelik ve şeker çeliği. Yer çeliğinde sağlam ve kalın bir değnek hazırlanır. Bu genellikle söğüt veya çam ağacından olurdu. Çelik on beş santimetre kadar uygun kalınlıktaki davşınak ağacından bir tarafı alttan üste, diğer yanı üstten alta doğru birer santimetrelik altmış derecelik açıyla kesilerek hazırlanırdı. Yere bir doğru çizgi çizilir ve çelik bu çizgiyi ortalayacak biçimde konurdu. Elimizdeki değnekle çeliğin ucuna vurulur havalanınca uygun ortam olunca ortasına vurularak ileriye gitmesi sağlanırdı. Zaten çeliğin davşınaktan yapılmasının nedeni her defa vurulduğundan dayanıklı olmasının istenmesiydi. Değnek çizginin üstüne yatırılırdı. Yelekçi ya da yelen dediğimiz kişi çeliğin düştüğü yerden değneğe çeliği atardı. Eğer çeliği değneğe vurursa yelekçi değişirdi. Çeliğin başındaki çeliği yerden kaldıramazsa buna birin salık denirdi. Düzeltme yapmadan ikinci kez denerdi. Olmazsa buna ikin salık denirdi. Üçün salıkta da vuramazsa oyunda çelme hakkı öbür oyuncuya geçerdi. Oyun hareketli olsun diye çelinen çelik yere düşmeden kapılırsa değneğe atmadan yelekçi değişirdi. Oyunda kapmanlı olup olmayacağı başlamadan önce kararlaştırılırdı. Oyun iki kişiyle oynandığı gibi iki küme yapılarak yeteri kadar kişiyle de oynanabilirdi. Düşünce ve uygulamanın eş güdümü açısından güzel bir oyundu. Arada çeliğin veya değneğin yol açtığı ufak tefek oyun yaralanmalarını saymazsak. Emenni(emenli) çelik oyununun çeliği söğüt veya kavaktan iki ucu düzgün kesilmiş biçimde olurdu. İki-iki buçuk metre yarıçapında bir yuvarlak çizilir. Merkeze de çeliği çeleceğimiz yönde beş santimetre kadar uzunlukta emen kazılırdı. Değneğin bir ucu emenin içine sokulur ve çelikte emenin üstüne yerleştirilirdi. Değnek bastırılarak yukarı doğru kaldırılırken çelik gidebildiği kadar ileriye fırlatılırdı. Bunda çeliğin emene konuşu değneğin yerleştirilişi ve itilişi çeliğin ileri gidiş hızını etkilerdi. Asıl ustalıkta bu ayrıntılardaydı sanırım. Yelekçi çocuk çeliği düştüğü yerden alıp çizilmiş yuvarlağın içine atmaya çalışırken çelen çocukta yuvarlağa sokmamak için elindeki değnekle atılan çeliğe vurup çizgi içine düşürmemeye çalışırdı. Yelekçi ulaştıramazsa veya çelen vurarak çizgiden uzağa düşürürse çizgiden başlayarak değneğin boyuyla arayı sayarak ölçerdi. Bu sayının üstüne değnekle çeliğin altına vurarak saydığını ekler bu bir seferde alınan sayı olurdu. Değneğin altta çeliğin üstte vurulup saydırılmasına tıktık denirdi. Üçten çok tıktık vuran bütün oyuncular tarafından alkışla ödüllendirilirdi. Tıktık oyuna kimin başlayacağının bilinmesi içinde başvurulan bir yöntemdi. Çok vuran oyuna başlamayı hak ederdi. Çelik çelinip yelen tarafından atılınca yuvarlak çizgisine değiyorsa buna fos denirdi. Fos olunca aynı elde değnek elin ayasında, çelikte önde başparmakla orta parmak arasında tutulurken dikçe yukarıya atılıp yere düşmeden vurularak çelinmesi gerekirdi. Bu işlem üçüncü salıkta da vurulamazsa yelek değiştirilirdi. Bu çelik oyununda da yer çeliğindeki gibi kapmanlının yanı sıra uzunca bir değnekle çelinen çeliğe havadayken vurulabilirse yelekçi el değiştirebilirdi. Bunada çarpmanlı denirdi. Sayı temeline dayanan bu oyunda hangi sayıya varınca çıkılacağı oyunun başında kararlaştırılırdı. Ulaşılan sayının unutulmaması oyun kadar önemliydi. Sayısını yanlış anımsayan veya sayarken yanlış sayana “ Tuuuu, in bire !” denildiğinde kazandığı sayılar gider yeniden birden başlamak zorunda kalırdı. Bu yüzden iki tarafta hem kendi sayısını hem de arkadaşının sayısını aklında tutmak zorundaydı. Oyunun en güzel yanı neymiş biliyor musunuz? Çocuklar daha okula başlamadan sayı sayma bilgi ve becerisini kazanmış olurlardı. Öteki yararlarını hiç saymasak bile. Şeker çeliği en zor çelik oyunuydu. Emenli çelikteki gibi yuvarlak oluşturulup yuvarlağın merkezine bir değnek dik olarak dikilirdi. Çelik bu değneğin üst kısmına ortalayacak biçimde yerleştirildikten sonra elimizdeki değnekle çeliğin arka alt bölümünden vurularak ileriye gitmesi sağlanırdı. Kapmanlı ve çarpmanlı durumu, çeliğin yuvarlağın içine atılışı, sayma ve tıktık işlemleri emenli çelikteki gibiydi. Çelik fos gelirse değnek havaya kaldırılıp bükülen ayak arasından uzatılır. Öteki eldeki çelik değneğin üzerine doğru getirilip yukarıya doğru vurulur. Hemen değnek ayak arasından çıkarılıp yere düşmeden çeliğe vurulup ileri gitmesi sağlanırdı. Çelik yere değmişse vurulsa bile sayılmaz, yer kırağısını aldı denirdi. Üçüncü elde de vurulamazsa yelekçi değişirdi. İşte sayma, kas ve beyin kontrolü, yarışma duygusu vb. işleri içinde toplayan bir oyun. 01.04.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 19: KILTOP YAP, İSTOP OYNA Siz hiç hayvan taradınız mı? Siz hiç hayvan sevdiniz mi? Taranıp dökülen tüylerden oyuncak yapıp arkadaşlarınızla oynadınız mı? Öküz ve ineklerin bol, birazda beygir eşeğin olduğu ama motorlu araçların hiç bulunmadığı zamandan kısacası çocukluk günlerimin oyunlarından, yapılan oyuncaklarımızın emeği, göz nurunu, çabayı yaratıcılığı simgelediğinden söz edeceğim. Kışın güneşli günlerinde damlardaki tüm hayvanlar güneşe çıkarılırdı. Önce öküzler taranır, arkasından inekler ve eşekler taranırdı. Beygirler ve eşeklere Ömer Seyfettin in öyküsündeki gibi kaşağılanırdı. Çocuklar hem yapılan işi büyük bir zevkle seyreder, bir yandan da kendimize yarayacak hayvan tarağından çıkmış öküz ve inek kıllarını toplardık. Yeteri kadar biriktirdikten sonra ellerimizin ayaları arasında yuvarlaya yuvarlaya ara sıra tükürerek top durumuna getirirdik. Bu top hem yumuşak olur vurduğun kişinin bir yerini acıtmaz, hem ileriye doğru fazlaca fırlayıp gitmezdi. Bu toplarla bol bol istop oynardık. İstop oyunu aynı sırada belirli aralıklarla kazılmış oyuncu sayısına eşit yarım daire çukurların kazılmasıyla, önceden kazılmışsa düzeltilmesiyle başlardı. Buyarım daireler oyuncuların emeniydi. Karşılıklı iki oyuncu uçlara geçerek kıl topu emenlerin üzerinde ileri doğru yuvarlardı. Top kimin emenine girmişse o topu kapıp istop deyinceye kadar öteki oyuncularda kaçabildiği kadar uzağa kaçardı. İstop dedikten sonra topu alan öğrenci vurabileceği oyuncuyu kararlaştırıp atardı. Top atılan oyuncunun en ufak bir hareketi bile kural dışı olurdu. Top değerse atılan oyuncunun emenine, değmezse topu atanın emenine bir Çiğil konurdu. Emeninde beş çiğil olan oyuncu yenilmiş sayılırdı. Şimdi bütün oyun araçları hazır, oyunlar kitaplarda ve diğer görsel yayınlarda hazır. Çocuğun oyundaki payını düşünürseniz yabancı gibi. İşte bir yanda her şeyiyle kendinizin hazırladığı oyun araçları ve oyun; diğer yanda her şeyi hazır sizin figüran olduğunuz oyun. İkisini de deneyin bakalım. Hangisinde daha mutlu olursunuz? 29.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–18:YEDİBEY OYUNU Oyunun araçları içi dolu kibrit kutusu ile bir köşesi düğümlenmiş mendildir. İstenildiği kadar oyuncuyla oynanabilme özelliği vardır. Kibritleri içinde barındıran iç kutunun dıştan görünen iki yüzü yedibey, kutunun kibriti yakmaya yarayan kahverengi yüzleri çavuş, resimli yüzleri çiftçi ve resimsiz yüzey sopadır. Oyuncular kibrit kutusunu eline alarak en az bir takla atacak biçimde yuvarlar. Yedibey getirtip oyunun beyi belirleninceye kadar atış sürer. Daha sonra çavuş belirlemesi için atış sürer. Çavuş olan ucu düğümlü mendili eline alır. Artık atışlarda daha özen gösterilmeye çalışılır. Çiftçi tarafını getiren sırasını kendinden sonraya gelene devreder. Sopa tarafını getirtirse bey kaç mendil vurulacağını emreder. Çavuş beyin kararını uygulayarak sopa getirenin avuçlarına sayarak vurur. Oyun uzadıkça roller değişir. Arada kızılarak arada neşelenerek oyun sürüp gider. 25.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -17: CINGIRDIK OYUNU(TAHTERAVALLİ)Yol veya boş bir arsa kazılarak ucu kesilmiş ağaç oraya dikilir. Dibi küçük taşlarla sıkıştırılarak sabitlenir. Daha uzunca bir ağaç düzgünce kesilip ortasından delik açılarak dikilen ağaç üzerine kapatılır. İki ucuna birer kişi binerek hem döner hem de aşağı yukarı kalkar inerler. Ses yapması için alttaki ağacın başına kömür sürülür. Zaten cıngırdık sözcüğünün bu çıkan ses nedeniyle verildiği sanılmaktadır.21.03.2007
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -16: DEVE DÜZÜNME-GELİN DÜZÜNME (kasabamızın köy seyirlik oyunlarından) Eski düğünlerde iyi havalarda Çarşamba geceleri davul-zurna dışarıya çıkardı. Diğer günler düğün sahibinin odasında çalınır söylenirdi. Davulun çıktığı alana meydan ateşi yakılarak veya katmer sacının küllenen çukur yanı yukarıya gelecek şekilde yüksekliğe oturtulur. Üstüne konulan küle gazyağı dökülüp ateşlenerek aydınlatılmaya çalışılırdı. Şimdiki aydınlatma gereçlerinin yanında o günleri düşündüğümüzde aydınlatma değil, sadece karanlığı bölme işlemi yapılabiliniyordu. Deve düzünmek için beş kişi seçilirdi. Öndeki kişinin elindeki uzunca değneğin ucuna ölmüş eşek veya beygir kellesi kemiği geçirilir. Bu saman gerisinin dayak deliğinden yukarıya doğru uzatılır, devenin başı ve boynu olurdu. Öteki dört kişide saman gerisinin altına girer kapkara bir yaratık çıkardı ortaya. Bilinmeyen veya az bilinen yaratıklarla çocukları korkutup sindirmek büyüklerin işine geldiğinden korkutma aracı da hazırdı işte.”Deve geliyor.”, “Deveye atıveren mi?”, “Deve seni yer !” gibi sözleri sık sık duyardık. Deve hazır olunca bunun eli değnekli birde çobanı olurdu. Deve insanların üzerine doğru saldırınca veya çobanın söylediklerini yapmayınca değneği orasına burasına yer deve düzünenler. Bir diğer eğlence şekli deve düzünenlerle birlikte veya onların peşi sıra ortalıkta olan gelin düzünmüş iki erkek ve bunların başındaki babalarıdır. Seyirciler içinde gelini kaçırmak isteyenler veya gelinler ortalıkta oynarken sataşmaya kalkanlar kız babasının sopasından kendilerini kurtaramazlar. Zaman zaman şeytan düzünmede olurdu düğünlerde. Bir kişi değişik kıyafetler giyinir, yüzünü de islerle, küllerle kapkara boyardı. Uzunca bir sırığı bacaklarının arasına alıp ucundan tutar, diğer ucuna da çapıt bağlanıp gazyağı dökülerek ateşlenirdi. Alanda öteki oyunculara yer açmak için sopasının arka ucunu sağa sola savurtarak insanların alanı daraltmasının önüne geçmiş olurdu. Bu eğlencelerde konusu o günün koşullarına göre düzenlenip uygulanan bir orta oyunu türü değil mi? 12.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER - 15: AFIYAN SAKIZI Devletimizin istemediği uğraş Kasabamızdaki yetişen bitkilerin en önemlilerinden, nerdeyse olmazsa olmazlarından haşhaş. Ekimiyle işlemesiyle hasadıyla damak tadıyla diğer bitkilerden ayrıcalığı vardır yaşantımızda. Haşhaş ekilecek tarla eğer yağmur zamanı gecikmişse sulandıktan sonra tarla tava geldiğinde tohum tarlanın yüzüne saçılır. Saçma işi özel beceri ister. Az saçarsanız tarlada seyrek biter. Sonradan üzerine saçmak zorunda kalırsınız. Çok saçarsanız tarladaki bitki çok sık bittiğinden çapalarken çok zorluk çekersiniz. Bu yüzden tam usta olmayanlar kumla veya kuru toprakla harmanladıktan sonra saçarlar. Diğer bitkiler ekildikten sonra üstüne sürgü çekilirken haşhaş tarlası sürgülenmez. Haşhaşın ilk çapası hava koşullarına göre Mart ayı içinde yapılır. Yeşil haşhaş bitkisi bu dönemde salata yapılarak veya yeşillik olarak sofralarımızda tüketilir. İkinci çapa Nisan-Mayıs aylarında yapılır. Bundan sonra tomurcuğa kalkıp büyüyen haşhaş bitkisi mor-beyaz çiçekleriyle bulunduğu yerleri süsler. Çiçeklerini döktükten sonra kelle dediğimiz kapsüller oluşur. Buraya kadarki anlatımı birçoğunuz bilirsiniz. Asıl anlatmak istediğim kellerin çizilmesi ve afyon maddesini içinde bulunduran nesnenin sıyrılarak alınmasıdır. Bıçak sapı gibi düzeltilmiş ağaçların ucuna tırpan kırığı parçalarının bıçak ucunun keskin yüzü gibi yerleştirilmesiyle oluşan ve adına afıyan cizgisi denilen araçla güneş iyice kızdıktan sonra bir afıyan kellesi sol el ile tutulup sol elin başparmağı kellenin üstünde. Aynı elin işaret parmağı ile orta parmağın arasına da alt kısmı sıkıştırılıp tam orta yerinin üçte ikilik bölümü hafif kesilerek dolaşılır. Buna afıyan çizme denir. Özel bir ustalık ister. Çok yüzeyden çizilirse süt çıkmaz. Derin çizerseniz kelleyi bölersiniz hem süt çıkmaz hem de haşhaşın oluşumunu engellersiniz. Çizilen kellelerin olduğu bölümde dolaşırsanız hem süte zarar verisiniz. Hem de sütü dağıtırsınız üzerinize bulaşır. Çizilen sütler ertesi gün sıyrılır. Ağzı ekmek teknesi biçiminde kendimize gelen tarafında sapı olan ve sapa yakın yeri açık orada yine tırpan kırığı parçasının yerleştirilmesiyle oluşan. afıyan bıçağı ile kelle çizerkenki gibi tutulup çizilen bölüm dolaştırılarak toplanan sütün bıçağın içine toplanması sağlanır. Toplanan madde sütün kahverengine çalan rengi ile kabuğun üst kısım renginden oluşan ak karışımıdır. Alındıkça köşeden beri doğru bıçağın içine sıkıştırılarak doldurulur. Bıçak dolunca boşaltılır. Alma işi günün erken veya ikindi sonrası döneminde yani serinlikte yapılır. Bizim haşhaş tarlalarımız genellikle Harmanaltı ile Sıran söğütte olduğundan o yılların tek kiremitli çatısı olan şimdiki eski okul diye tanımladığımız bina rahatça görülürdü. Yaz mevsiminin sıcağında kiremitlerin üst kısmında bir dalga sürekli hareket halinde görülürdü. Bunun kiremitlere vuran sıcağın geri yansımasından olduğunu ancak öğretmen okuluna gittiğimde öğrenebilmiştim. Beni hem eğlendiren hem yoran önemli olaylardan biriydi. Afıyan çizimi dönemiyle efek biçme dönemi çakıştığından yavaş giden yaşantı birdenbire hızlanırdı. Küçük- büyük herkese iş bulunur veya köye gelecek yabancılardan çekinildiği için çocuklarda tarlalara taşınırdı. Yine böyle bir günde güneşte yanmasın diye hendeğin kıyısına beni yatırdıklarında acı ile uyanıp bağırmaya başladığımı anımsıyorum. Meğer başımı koyduğum yerdeki çavdar kellesi kulağıma girmiş. Uyanıncaya kadar bilmemişim. Benim ve anamın bağırışlarına bizim tarlada insan çoğalıverdi. Vücudum büyük baskılar altında kaldı. Ne olduğunu anlayamıyordum bile. O sırada beni tutmuşlar işin uzmanı kadınlardan birisi koca iğne diye adlandırdığımız yorgan iğnesi ile çavdar kellesini kulağımdan çıkarmış. Çocuk gurtuldu çıkdı çıkdı ! dediklerini duydum o arada korkudan uyumuşum. Tarlalardaki çizim ve alım işleri bitince afıyan sakızı çok az suyla sulandırılıp hamır yoğrulur gibi yoğrulup özleşmesi sağlanırdı. Büyüklüğüne göre bir veya iki parça gülle gibi yuvarlak şekil elde edilirdi. Bu toprak mahsulleri ofisine verilirdi. Tahmini değerden az olduğunda komşular birbirinden ödünç alarak eksiği giderirdi. Çünkü eksiğin nedenini anlatabilmek çok zor olan olaylardan biriydi. Çizme işi bittikten sonra kadınların zamanı varsa yeşil kalmış canlı kellelerin önce çizilmemiş bölümünden çizdikleri yerden yeniden çizip süt alırlar ve buna sırt denirdi. Bunun kazancı evdeki kadınların özellikle de genç gelin varsa onların olurdu. Olgunlaşan kelleler sarıdan uçuk kahverengine doğru renk alınca ek gibi duran boğazından koparılırdı. Buna haşhaş kırma denirdi. Kırılan haşhaş günde kızdırılıp kırılır elenir pazarlanır. Kalanı yağ için, börek için pekmezle karıştırılıp banmak için yıkanır eve konurdu. Gerekli oldukça dığan dediğimiz tavalar içinde kavrulur ve her evde bulunan haşhaş taşlarında sürtülürdü. Kırık kapçaklar bir zamanlar şimdiki spor tesislerinin bulunduğu harmanın kenarlarına dökülürdü. Bunu yiyen hayvanlar daha iştahlanır insanlara saldırırdı. Bu yüzden çok kasılan kendini beğenmiş insanlara “çığ yemiş dombay gibi ne ofudup duruyon” derlerdi. Sonraları bu kapçaklar birileri tarafından alınıp götürüldü. ABD de işlenerek sakız çıkarıldığını daha sonraları öğrendik. Bir dönem haşhaş ekimi yasaklandı. Yaklaşık dört yıl ekilmedikten sonra ilimize adını veren ekim yeniden başladı ama o çizme toplama yani afıyanı görme olayı olmadı artık. Harmanlara dökülen gapçıklar TMO tarafından alınmaya başladı. Son yıl tapusu olmayan tarlalara ekim yaptırılmama durumu ortaya atılınca kasabamızda haşhaş ekimi yok denecek kadar azaldı. Dileriz yönetme düşüncesindeki kişiler bu olumsuzluğa bir çözüm bulurlarda hem üretici kazanır. Hem de Bolvadin ilçemizdeki Alkoloid fabrikası hammadde sıkıntısından kapanmak zorunda kalmaz. Günlük yaşamımızda her zaman yeri olan haşhaşın bilebildiğim elli yılı aşkın öyküsü bu. 06.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER–14: PULLUKLAR Toprak işlemede en yaygın kullanılan araç pulluklardır. Pulluklar toprağı parçalar, çevirerek devirir, gevşetir anız ve yabancı otları toprağa gömer. Gazi hazretleri, her yıl dış ülkelerden getirilen pulluk ve tarım araçlarının bir kısmını paramızın dışarıya gitmemesi için ülkede yapmak ve Türk çocuklarına da sanat öğretmek isteğindeydi. Anadolu köylüsünün yüzyıllardan beri kullandığı, toprak üzerinde yalnız bir çizgi açan karasabanın kaldırılmasını ve yerine pulluk kullanılmasını isteyen Gazi hazretleri, 1930 senesinde çiftlikte bir pulluk üretimevi kurdurarak pulluk ve bazı tarım araçlarının üretimini başlatmış ve çiftçiye ucuz pulluk sağlamıştır. Pulluk tabanı: Özellikle tarla tarımının yapıldığı arazilerde en büyük sorunlarımızdan biri pulluk tabanı oluşumudur. Hepimiz asfalt yapımını görmüşüzdür? Toprağı sıkıştırmak için silindirlerle geçer dururlar. Peki, şimdi düşünelim. Bir sene boyunca; tarlayı sürerken, ekerken, biçerdöverlerle hasat ederken tonlarca ağırlığındaki araçlar tarlamıza kaç defa giriyor ve tarla toprağını bir silindir gibi kaç defa bastırıyor. Bir yıl boyunca bu tarla toprağını pulluk derinliğinde (20–25 cm) kabartıyoruz. İşte bu her yıl aynı derinlikte kabarttığımız toprak derinliğinin hemen altında sert, geçirimsiz ve betonlaşmış bir tabaka oluşuyor. Bu tabakaya pulluk tabanı diyoruz. Diğer işlerde olduğu gibi tarımsal çalışmalarda da bilimsel olalım. Küresel ısınmanın ilk görülmeye başladığı bölüm ve etki alanı tarım. Gerekeni gerektiği düzen içinde yapmak kişisel ve toplumsal çıkarımızadır. 03.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-13: KARASABAN Tarım ve toprak işleri insanlığın var oluş süreciyle birlikte gelişerek olagelmiştir. Geleneksel toplum İsa’dan Önce 6000 de karasabanın bulunuşuyla başlar. Karasaban toprağın altını üstüne getirmek için yapılmış, genellikle sert iki ağacın birleşmesinden oluşur. Ağacın sivri olan yerine takılan özel yapılmış saban demiri denen parçayla toprağın aktarılması sağlanır. İkinci parçanın ucuna boyunduruk denilen sabanı çekecek hayvanların bağlanacağı bir düzenek takılır. Uzunca oku, okun ucunda gevelesi, gevelenin arkasından öküz veya manda derisinden yapılmış kayışla boyunduruğa bağlanan öküzler, arkada buylu dediğimiz meşeden yapıla tutulan ve demir takılan bölümü, ucun gerisinde buyluyla oku bağlayan ağaç. Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım, başka bir deyişle karasaban devrimi, insanın tükettiğinden fazla üretmesine neden olmuştur. Bu durum toplumun yeniden organizasyonu ile sonuçlanmış ve devlet kurumu doğmuştur. Ancak 10. yüzyılda karasabanı kullanan Avrupalı köylü bir yıl çalışarak ürettiği 300 kilo ürünü, bu kez 6 ayda üretmeye başladı, geriye kalan süre içinde yaptığı fazladan üretimi ise ticaret yapmak için kullandı. 1927 yılında çiftçi ailesinden yüzde 70 inin sadece kara saban ile toprağı sürdüğü ortaya çıkmıştır. Toynbee “ Köylülerin kullandıkları tarım yöntemleri tarihin alaca karanlığındakinden ayrı karasaban, hala en gözde tarım aracıydı” demiştir. Karasabanla ilgili şöyle bir öykü anlatılır: B ir adam sabah çift sürmek üzere hazırlanır. Tohumunu eşeğe, yükler azığını alır. Öküzlerini önüne katar. Tarlaya çift sürmeye gider. İki üç evlek sürer son evleğin yarısına gelince sabanın toprağı aktarmadığını görür. Çeker sabanı bakar ki saban demiri kırılmış. Sürdüğü çizileri takip ederek kırılan demiri bulur. Kırılan iki demir parçasını orada toprakla kardığı çamurla yapıştırır. Bir çizi çıkmadan bakar ki saban demiri kırılmış. Demiri çıkarır bakar ve derki şu Allah ın işine bak yine aynı yerden kırılmış der ve hayretini belirtir. Karasaban çizgiyi geniş açsın diye okla buylunun bağlı olduğu bölüme kuşburnu çalısı takılır. İşte böyle bir çalıyı uzun otlar takılmış alıvereyim diye öküzlerin arkasından tuttuğumda elimin yarı çamurlu kanlar içinde kaldığını gördüm.Çok acımasına karşın babamdan gizledim.Bilse neden tuttun diye azarlayacaktı. Bende o azarı göze alamazdım. Boyunduruk karasaban veya pulluğu çekmek için kullanılan hayvanların boynuna takılan ağaçtan yapılmış bir araçtır. İki ağaç ince demir veya sert ağaç parçalarıyla birbirine tutturulmuş uçları hayvanların boynu girecek kadar açık bırakılmış kaçmamaları içinde zelve denen demir veya ağaç parçalarının girebileceği delikler hazırlanmış bir araçtır. Boyunduruğun alt ucunda meşeden yapılma kapak dediğimiz delikli düzenek vardır.ağlantıyı zelveler yapar. İşte şimdi anı özelliğinde bazı işyerlerinde gördüğümüz karasabanın benim bildiğim geçmişi.Nerelerden nerelere? 02.03.2007 | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -12: YAĞMIRCIK ÇIĞRIŞMA Çocukların yağmur duası Çocukların birlikte iş yapıp kaynaştığına ve oyun oynarken bile iş başarmanın güzelliğine eriştiklerine tanık olacağız. Evlerde, köşe başlarında büyükler yağmur yağmasının gerekli olduğu veya yağmasının geciktiğini söylemeye başladıklarında mahallenin çocukları kendi aralarında örgütleniverirlerdi. Elimize bir ümzüklü ocak bardağı alıp köyün yukarısında bulunan inden ümzüklü ocak bardağını doldurup mahallemizdeki evleri gezmeye başlanırdı. Evin kapısına varıp koro halinde: Teknede hamır, tarlada çamır, ver ALLAH ım ver, sicim gibi yağmur ver. Arkasından da: Yağmırcığım yağ ister, | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 11:Çamaşır makinelerinden önceki kadınların çilesi | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER-10 : tarım teknikleri gelişince | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 9 : KAĞNILAR
| ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 8: ODUN MECİSİ(İMECESİ) | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 7:KUYULAR VE PINARLAR | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 6: EL DEĞİRMENLERİ | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 5: DİBEKLER VE BOYANELER | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 4: DEĞİRMENLER( deymenler) | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 3 :ÇAYDA DENE YUMA | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER- 2: KERPİÇ Kerpicin Özellikleri Kerpicin Örülmesi | ||||
YİTİRİLEN DEĞERLER -1:GÖKSEKİ | ||||
MANİLER ve TÜRKÜLER |
Kaynak:Eşe AYÇAKAL*** Derleme: Veli EŞME